TRAFİKTE NEDEN KAZA YAPIYORUZ?
Trafikte hız yapmak
tehlikelidir. Hızımız aniden önümüze bir şey çıktığında duramayacak
şekilde ise elbette ya gidip çarparsınız ya sağa sola kaçar
savrulursunuz. Beklide burada önemle üzerinde durmamız gereken şudur.
Hızla giden bir arabayı nasıl durduracağımız üzerine eğitimimizin
olmamasıdır. Bize ehliyetlerimiz verilirken aldığımız eğitimde şu
kadar km hızın üzerine çıkmayın.
Ehliyet alırken araba
kullanırız belirli bir hızın üzerine çıkmadan bazen bu trafikte bir
aracın seyretmesi gereken hızın altında bir hızda direksiyon eğitimi
alırız. Direksiyon sınavında ise belirli bir yol vardır orada yavaş
yavaş gider gelir ehliyetimizi alırız. Diyelim ki bir aracı sollarken
yada bir şekilde hız yaptı ani bir terslik olduğu an ne yapması
gerektiğini bileniniz var mı? Bence yok çünkü bu aracın nasıl hareket
edeceğini nasıl ve ne kadar surete ulaşacağını öğrendin, fakat bunu
her şekilde her zaman nasıl durduracağın konusunda bir bilgin yok.
Bilgin olmadığı için panikleyip yapılması gerekenleri atlıyor
kaçınılmaz son. Peki gerçek bir çarpışma tertip edilip orada ne
yapması gereken öğretilse kaza anında soğuk kanlılıkla o aracı
durdurmayı başarması muhtemel değimli?
Peki kazaların
tamamını hıza bağlarız da bu gerçektende böyle mi? Bende bir arabam
oluncaya kadar öyle zannederdim. Bir araç ile trafiğe çıkınca başkaca
kaza sebeplerini öğrenmiş oldum. Direksiyon ile oynayıp ben çok iyi
kullanırım diye yolun sağına soluna geçenler, olmadık yerlerde el
freni çekenler, virajlara ben şu kadar hızla girerimi iddia edenler
tez konusu olmaktalar.
Bir gün eski model
bir araç üç şeritli bir yolda en sol şeritten ilerliyor ve sağa sinyal
yakıyor arkasından yetişen bizler bu araç önümüze atlayacak mı
sorusunu sorarken o yolda yavaşlayamazsın arkandan kum gibi araç
gelmekte sağından geçiyoruz. Eğer bir belediye otobüsü durakta duruyor
ve siz onu yarıya kadar geçtiğiniz an hareket ettiyse durun burnu ile
sizi sıkıştıracaktır önünüze kırmaktan kaçınmazlar. Birde işgal ettiği
şeridin hızını bilmeyenler var. İkinci şeritte bilmem kaç km hızla
gitmeniz gerekiyor düştünüz önünüzde giden aracın peşine sizi
geçerlerken içlerinden bari öbür şeride geç dediklerini duyar gibi
oluyorsunuz.
Kavşağa yaklaştınız
kırmızı ışık yandı herkes rast gele durmuş. Sola dönecek olan araç
direk gidecek gibi sizin önünüzde durmakta ama direk gidecek olan araç
en sola çıkmış ilerliyorsunuz sola dönmesi gereken aracın önünü
kesiyor kavşakta duruyorsunuz. Yada sol kavşağa dönmesi gerekecek
şekilde kavşağa giren araç kavşak sonrası tek şeride düşmeye başlayan
yolda sizin şeritte sizi sıkıştırmaya başlıyor. İki şeritli bir yolda
gidiyorsunuz önünüzde giden araç yokuş çıkarken kesiliyor sizin
hızınızın altında nerede ise durma noktasına geliyorsunuz bir müsait
yerde geçmeyi denersin bu sefer yol vermez.
Peki şeridi
görmeyenlere ne demeli? Geriden gelirsiniz önünüzde gider takur tukur
bir araç şeridinden gitse problem yok, geçmeye geçemezsiniz yolu
ortalamış gidiyor. Hızınız o yolda gitmeniz gereken kadardır ama
önünüzde giden duracak kadar hızda gitmektedir durdun durdun duramadın
arkasından varıp vurdun.
Birde arabada bulunan
ışıkları kullanmayanlar elektrikten mi tasarruf ediyor? Akşam olmuştur
artık herkes ışıklarını yakmış gitmeye başlamıştır hâlâ ışıklarını
yakmamakta inat edip trafikte görülmeyi sağlamaktan uzak durmaktadır.
Sinyaller mi? Sinyal vermek bu kadar zor mu acaba onlar için? Kimi hiç
sinyal vermez kimi ise önünde belli bir hızla giderken ani bir hareket
sinyali verdiği ile o yapacağını yaptığı bir olur.
Peki ışıklandırmalar
ne durumda? Kimi ışıklandırmalar o kadar kördür ki bazen geriden
görmek marifet ister. Ağaç dalları arasında görünmeyenler.
Işıklandırmada anlamadığım otomobil sürüyorsan ışığı görmek için gök
yüzüne bakar gibi bakman gerekiyor.
Trafiğe araba
kullanarak çıktığım günlerde o kadar çok terslikler fark ediyordum ki
sanki bu gün ben onları görmez oldum. Ehliyet alırken öğrendiğim
trafik kurallarına uymayanları görünce deli oluyor direksiyon başında
fıttırma noktasına geliyordum. Şimdi ise hislerim törpülenip ortalama
bir Türk şoförü olma noktasına mı gidiyorum.
11 Ocak 2013 |
GELİN BU AKARYAKITI
DÜŞÜRELİM BAKIN NELER DEĞİŞECEK?
Ülkemizde akaryakıt fiyatları pahalı olunca benimde gözüm nerede ise
her gün akaryakıt fiyatlarında. Dün gece (21 Eylül) akaryakıt
fiyatlarına baktığımda biraz olsun indirim olduğunu görünce çok mutlu
olmuştum. Ertesi gün sosyal medyada bir sitenin paylaşımı gözüme
takılınca haberi merak ettim ve haber beni adeta şok etti.
Maliye Bakanlığı bütçe
hedefinde sapma nedeni ile 3 kalemde vergi artışına gittiğini
öğrendim. Akaryakıt, Tapu harçları, Alkollü içkiler ve 1600 CC’nin
altındaki araçların Özel Tüketim Vergisi’nin artırıldığı belirtilmekte
idi. Geçtiğimiz zaman içerisinde daha küçük silindirli araçlara
binmemizi teşvik etmek için daha küçük silindirli araçlara binin diyen
Sayın Başbakan değil miydi? Peki özellikle 1600 CC ‘nin altındaki
araçlara getirilen bu Özel Tüketim Vergisi artırımı neyin nesi?
Bilindiği üzere
ülkemiz dünyada en pahalı akaryakıt kullanan ülkeler arasında. Bu yeni
Özel Tüketim Vergisi artışı ile bu sıralamada sanırım hiçbir şeyde
yerleşemediğimiz 1. sırayı almış olmalıyız. Bu günlerde Balyoz
davasının açıklanması sonrası herkesin oraya yoğunlaştığı bir anda,
ÖTV artışına gidilmesi beklide kimseden tepki almamak için en uygun
zaman olarak görülmüş olabilir mi?
Akaryakıt
fiyatlarındaki artış ülkemizde zor şartlarda çiftçilik yapan
üreticimiz başta olmak üzere üreticiyi vurmakta. Taşımacılığın önemli
bir kısmı kara yolu ile yapıldığı için pahalı sevkıyatlar taşınan
ürüne yansıtılmakta ve üretici ile tüketici arasında devasa bir uçurum
oluşmakta. Pahalı akaryakıt nedeni ile özel yada şehirler arası
seyahat ücretleri can yakıcı olduğu için insanlar seyahat etmekten
artık uzak durmakta. Daha fazla seyahat sonrası oluşabilecek ekonomik
canlılık resmen baltalanmakta. İnsanların yeni yerlere gidip yeni
işler takip edebilmesi ulaşım pahalılığı yüzünden ortadan kalkmakta.
Beklide en önemli
nokta akaryakıt pahalı olduğu için trafikte herkes bir an önce işini
bitirip arabasının kontağını kapatmak istemesi bizi trafik canavarı
yapıyor olabilir mi? Aslında trafiğe çıktığımızda hepte acele bir yere
yetişmek için koşturmuyoruz. Aracımızın çalıştığı her anın bizim
cebimizdeki parayı çok fazla yediği için tedirgin olmakta önce ben
oraya ulaşayım psikolojisi içinde acele ediyoruz olabilir mi?
Ekonomisi iyi olanlar için bu geçerli bir şey değil olabilir ama
cebinde az bir para ile yola çıkan benim yoksul vatandaşım bunu
düşünmek zorunda.
Gelin bu akaryakıt
fiyatlarını düşürün üretimden tüketime bir artış olacağına inanıyorum.
Üretici ile tüketici arasındaki uçurum beklide ortadan kalkacak üretim
ile tüketim bir karşılık bulacak. Mutlu üreticiniz mutlu tüketiciniz
olsun istemez misiniz? Ulaşım daha ucuza daha çok olacak insanlar yeni
yerler görüp yeni işler yada yeni mutluluklar bulacak. Beklide en
önemlisi trafikte bir birimize yol vermesini bir birimize saygılı
şoförler olmasını az beklemekten ne çıkar belki 0,00000001 kuruş yakar
deyip sabırlı şoförler olacağız.
22 Eylül 2012
|
YENİ ANAYASA %91,3 GEÇMEZSE YOK HÜKMÜNDE OLMALIDIR.
Bizde ilk Anayasa
Osmanlı devleti döneminde 1808 yılında Sened-i İttifak ilk adımıdır.
Her ne kadar ilk adım atılsa da Anayasalaşmada ilerleyememişiz her
defasında sekteye uğramadan edememiş. Osmanlı devleti yıkılıp yerine
yeni bir devlet kurma aşamasında, Milli mücadele döneminde 20 Ocak
1921 de Teşkilat-ı Esasiye kabul edildi. 1876 Anayasası henüz ilga
edilmediği için 24 maddelik kısa bir metin olarak kaleme alındı.
29 Ekim 1923 de
cumhuriyetin ilanı ile yeni bir devlet kurulmuş ve yeni bir Anayasa
yapma hakkına sahip bir Millet Meclisine sahipti. Meclise seçilip
gelen Millet vekilleri partilerin Millet vekilleri değil halkın ilini
kendini temsil için gönderdiği millet vekilleri idi. Halk adına da
Anayasa yapmaya hakkı vardı. 1924 Anayasası bu şartlar altında
yapılmıştı.
1960 Yılında darbe olunca 1924
Anayasası ortadan kaldırılmış oldu. Artık yeni bir Anayasa yapıp halk
oylamasına sunulması gerekiyordu. 1961 Anayasasının beklide en ilgi
çekici yönünden biri Hukukun üstünlüğünün kurulması için Anayasa
mahkemesinin kurulması denilse yeridir. Yalpan yasaların Hukuk
kurallarına uygun olup olmadığını denetleyecek bir merci ye ihtiyaç
vardı. 1961 Anayasası ortadan kaldırılmış bir Anayasanın yerine
geçerken %61,7 halk oylaması sonucu ile kabul edilmiştir.
Yıl 1980 gösterdiği
zaman yine bir darbe ile demokrasi sekteye uğramış ve bir önceki
Anayasa ortadan kaldırılmıştır. Yeni bir anayasa yapılmalıydı, fakat
bu Millete özgürlükleri tıraşlanmış ve daha sert bir Anayasa yapıldı.
O dönemde darbeye alkış tutanların etkileri ilemi bilinmez ne hikmet
ise bu Anayasaya Halk % 91.3 ile destek vermiştir.
Bu günlerde T.B.M.M
yeni bir Anayasa yapmak için kolları sıvadılar. Konu bir Anayasa
olunca benim için hangi partinin ajandasında ne var kim neyi
dayatacağı değil. O komisyonda bulunan tüm partilerin tüm konularda
mutabık çıkması şart. Şu anda yürürlükte bulunan 1982 Anayasası bir
darbe ile ortadan kaldırılmadığına göre % 91.3 Halk oylamasını
kesinlikle geçmek zorundalar. Benim görüşüm açısınca 1982 Anayasası
Halk oylaması sonucunu geçemeyen bir Anayasa Yok hükmünde
olmalıdır ve o meclisinde meşruluğu tartışılır duruma düşmesi gündemde
olmalıdır. Derhal erken seçim yapılmalıdır.
13 Mayıs 2012 |
AŞK TESADÜF MÜ? ŞİDDET NEYİN
GERÇEĞİ?
Bir sosyal paylaşım
sitesinden bana gönderilen bir etkinlik daveti benim bu yazıyı yazmama
sebep oldu. Aşk tesadüfleri sever mi?
Aşk zaten bir tesadüften
ibarettir. Her gün gördüğüne değil bir anda gördüğüne aşık olursun.
Tabi diyeceksiniz ki yıllardır gördüğüm bir arkadaşıma aşık olamaz
mıyım? Aşk bir anda gördüğün birisine karşı hissettiklerini açmak,
karşı tarafında kabul etmesi ile gelişti ise zaten o kişiyi bir
tesadüfle gördüğün için bir tesadüften ibarettir. Yada yıllardır aynı
çevrede yetiştiğiniz bir kız yada erkek arkadaşın bir anda farklı bir
yönünü tesadüfen keşfetmenizin altında yatar aşk.
Birde ne bir anda tesadüften
karşılaşmaya nede tesadüfen bir yönünü keşfetmeye dayanmayan tamamen
hesaplar ile kurulan bir birliktelik vardır. Tüm planlar maddiyata
dayanmaktadır. Sonu evlilik ile biten bu birlikteliklerde en ufak
maddi sendelemede evlilikler çatırdamaya başladığı oluyor. Beklide
günümüz kültürlü okumuş ailelerde görülen şiddeti buna bağlamak
mümkün. Bir aşk ve sevgi birlikteliği olmadığı için her an bir birine
bir üstünlük kurma telaşı içinde yaşayan aile fertleri bir gün
şiddetin ucundan yapışıveriyor.
Flört dönemlerinde yalan üzerinde
kurulmuş birliktelikler ise bir gün gerçekler ortaya çıktığı an ne
huzur kalıyor ne mutluluk. Hem cinslerimin bir çoğu flört döneminde o
kadar kendilerinden uzak bir insan sergiliyor ki bir gün kendilerinde
döndüklerinde hanımların ilk hayal kırıklığı o olsa gerek. Hanımların
zaafı ise olmasını istediklerine inanması. Karşı tarafın fütursuzca
verdiği tüm vaatleri ve sözleri doğru kabul etmeleri oluyor.
Karşılıklı iki tarafın yanlışlıkları
üzerine bina edilen hataların sonu şiddetle bitmekte. Yanlış ve
hataları anlıyorum da! şiddet nesi bunun? Hem cinslerime buradan
sesleniyorum. Eşlerinize şiddet uyguladığınızda ne hissediyorsunuz?
Kendinizi daha mı güçlü hissediyorsunuz? Eğer gerçekten güçlü iseniz
sorununuzu çözme yolunu neden denemiyorsunuz?
Gözü yaşlı Analarımızın
şiddete uğramış Bacılarımızın mutsuzluk içinde Eşlerimizin
olmamasını umduğum bir sevgililer günü dilerim.
12 Şubat 2012
|
TEKNOLOJİDEN GEÇTİK. DOKTOR
HEMŞİREDEMİ! YETİŞTİREMİYORUZ?
Bir ülke düşünün yeni
harpten çıkmıştır ülkede eğitimli insan telef olmuştur dışarıdan
eğitimli personel getirirsin anlarım. Bir ülke düşünün genç nesil
azdır. Yeterince eğitimli iş gücü yoktur ve başka ülkelerden eğitimli
insan getirirsin anlarım. Bir ülke düşünün Doktor, Hemşire ve İmam
yetiştirecek okulları yoktur bu seferde neden bu okullarınız yok diye
sorgularım.
Yurt dışından
doktorların gelip Türkiye’de çalışa bilmesinin önü açıldı. Sebebini
bir türlü anlayamadım. Acaba benim ülkemin gençleri Tıp fakültesinde
okumuyor mu diye düşündüm. Ama benim bir çok akrabamın Tıp
fakültesinde okuyor olması bu sorumun çok basitçe verilere rakamlara
gitmeden cevabı oluyordu. Peki yurt dışından hemşire getirme konusu ne
diye merak edeniniz odlumu? Ben merak ettim. Hemşire yetiştirmek için
hemşirelik eğitimi veren Liseler var. Liseyi okurken bir taraftan staj
yapmak sureti ile gerçekten meslek alanında iyi eğitim verdiğimize
inandığım eğitim kurumlarımız mevcut. Üniversitelerimizde ayrıca
hemşire ve ebe eğitimi veren fakültelerimiz mevcut. Peki bu okullardan
mezun olan herkesi işe aldık mı? Yine bu sorumu rakamları ve verileri
kullanmadan basitçe ifade edeceğim. Hemşirelik okumuş bir tanıdığım
atanamadığı için özel bir şirkette kendine yer bulabilmişti. Benim
devletim üniversitesini okuttuğu bir tanıdığımı ancak sözleşmeli
olarak alabilmiş. Şu anda hemşireliğin Lisesi ve Üniversitesini
okumakta olan bir çok tanıdığım var peki onlar mezun olduğu zaman
onları ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Geçtiğimiz günlerde
Güney doğuda imam ihtiyacı için devletin eğitim vermediği molla tabir
edilen insanları imam olarak atayacaklarını ifade ettiler. Peki
soruyorum bu ülkede İmam hatip Lisesi mezunu ve İlahiyat fakültesi
mezunlarını ne yapmayı düşünüyorsunuz? Hepsini atadınız da benim mi
haberim yok diye düşündüm. Ben çok sayıda atanamamış imam adayı
olduğunu biliyorum.
Bizim bu ülkenin
evlatlarına bir garezimiz mi var? Neden alanında eğitim almış
insanları iş başına getirmemek için elimizden geleni yapmaktayız? Siz
bir alanda eğitim almış ve o alanda iş sahibi olamayan insanların
hayattan koparılmışlığına şahit oldunuz mu? Onların psikolojilerinin
bozulup kutu kutu sakinleştiriciler ile yaşadığından haberiniz var
mı?
Saygıdeğer
yetkililerim lütfen kıymayın benim ülkemin güzel gençlerine. Bu
gençler yarın siz yaşlandığınızda sizleri yönetecek olanlar.
16 Aralık 2011 |
BAŞKA IRKA DÖNMEM! NE MUTLU
TÜRKÜM.
Bu günlerde bir bakan ne hikmet ise
kendi alanı ile ilgili bir açıklama yapmak yerinde milleti bir şeye
dönüştürmek ile ilgili oldu. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek gazetelere
verdiği bir demeçte Arap soyumuza dönmeliyiz diye bir açıklamada
bulunmuş. Soruyorum sizlere bu ne anlama geliyor?
Bir Maliye bakanının yapması
gereken işler maliye politikaları hazırlamak, hazırlanmasında yardımcı
olmak ve maliye politikalarının uygulanmasını takip etmektir. Yani
gelir kaynağı bulmak, gelir toplamak, Devlet bütçesini yapmak ve
harcamalar için gerekli bütçe ödeneklerini sağlamak gibi uzayıp giden
görevleri vardır. Gelir kaynağı aramak yerine vatandaşa ayarlama,
güncelleme gibi terimler ile geliri vatandaşın cebine el atmakta bulan
hükümet maliye bakanını uğraşısız bırakmış. Maliye bakanı ise Türk
milletinin ırkını değiştirmeye soyunmuş olduğu görülüyor olsa gerek.
Bu topraklara Türk milleti resmen yerleşeli nerede ise bin yılı
geçmiştir. Daha önce gelmeleri tam olarak daha önceki kavimlerin
kimler ile ilgisi olduğu bilinmediği için biz en bildik tarihi göz
önüne alarak konuşmaktayız. Bu topraklara Arap kavminin ayak bastığını
hiçbir kaynakta görmedik. Bu topraklar üzerinde Türkleştirdiğimiz Arap
kavmi olsun. Türkler asırlarca haçlı ordusunun önüne set çekerek Arap
kavmini koruması altına almak sureti ile değil onları Türkleştirmek
onların varlığına katkıda bulunmuştur.
Ben hiç bir zaman Arap olmadım.
Soyumun bin yıllarca zaman asil Türk olmasından gurur duyuyorum. Hiç
bir zamanda soyum olan Türklüğü bırakıp başka başka milletlere dönmeyi
düşünmüyorum. Tüm ırklara saygı duyarken. Başka ırklar ile kardeşçe
yaşamayı fakat ırkımı yok etmek yada başka ırklara dönüştürmek
isteyenlerin karşısındayım. NE MUTLU TÜRKÜM.
2 Kasım 2011 |
PROTESTOCU ÖĞRENCİ Mİ! TERÖRİST Mİ TEHLİKELİ?
Uzun süredir
polislerin öğrenciler ile teröristlere veya terörist sempatizanlarına
davranış şeklini takip ediyordum. Her defasında beni çileden çıkaracak
olguyu gördükçe anlam veremiyorum. Kendimce düşünüyorum acaba bu
demokratik hakkını kullanıp protesto eden bir öğrenci gurubu eline
molotof kokteyl taş silah almış bir terörist veya sempatizanından daha
mı tehlikeli diye. Bunun böyle olmadığını en cahil insana sorsanız
yine size cevabı en net şekilde verecektir.
Bu gün haberleri
izlerken yine öyle bir görüntü takıldı ki gözüme artık benim çileden
çıktığım an oldu. Bir öğrenci gurubu bir siyasiyi protesto ettiği için
polis onları göz altına alırken bir kız öğrencinin saçından tutup
sürüklediğini gördüm. Her dile getirildiğinde demokrasinin eskisinden
daha iyi olduğundan dem vurulurken, hâlâ üç beş tane öğrencinin
protestosunu trajediye dönüştürmelerine anlam veremiyorum. Ülkemizin
batı kesiminde emniyet güçleri bazı şeyleri o kadar abartıyor ki onu
da gerçekten anlayabilmiş değilim. Doğuda vatandaşlarımız kaçırılıyor
çözüm bulamayan emniyet güçleri batıda üç tane çocuğa mı gücü yetiyor
diye sormadan edemiyorum.
Askerliğimi jandarma
olarak yapmıştım ve 45 gün silah eğitimi aldıktan sonra acemiliğim
bitene kadar bana vatandaşa nasıl davranmam gerektiği anlatılmıştı.
Hatta tiyatro gibi akşama kadar nasıl davranmamız gerektiği tatbikatı
yaptırılmıştı. Etkisiz hale getirme teknikleri öğretilmiş hiçbir
vatandaşın saçından tutup sürüklemeyi öğretmemişlerdi.
Okuduğum Üniversitenin
bana verdiği hukuk derslerinde kolluk kuvvetlerinin vatandaşı darp
eder sürükler diye bir kanuna rast gelmedim.
Emniyet yetkililerine
soruyorum toplumsal olaylarda göz altına almak için vatandaşa nasıl
davranılması gerektiğini anlatmıyor musunuz.? Eğitim verilirken önce
karşınızdakinin insan olduğunu unutmaması gerektiğini öğretmiyor
musunuz?
29 Eylül 2011 |
TÜBİTAK ÖĞRENCİYE SEN DAHİ OLMAZSIN DEDİ.
TÜBİTAK bu yıl bir
yarışma yapıyor. Orta öğretim (Lise) öğrencileri arası araştırma
yarışması. Buraya kadar her şey normal. Gençlerimizi proje araştırmaya
teşvik etmek için mükemmel bir girişim olduğunu hepimiz taktir ederiz.
Peki sorun nerede
diyeceksiniz? On sekiz yaşındaki İstanbul erkek Lisesi öğrencisi Barış
Paksoy’un projesine aldığı yanıt hepimizi şoke edecek cinsten. Yirmi
yedi ocakta “Ramanujan Asalların Genelleştirilmesi” isimli projesine
TÜBİTAK İstanbul bölge sorumlusu Prof. Dr. Ulvi Avcıata projeniz
seviye üstü çalışma diye reddetti. Projenin kendisine ait olduğunu
kanıtlamak için jüri önünde savunma yapmak isteyen Barış Paksoy’a bu
imkanda verilmedi. Bu güne kadar devam ede geldiği gibi hâlâ bir buluş
yapanı cezalandırma anlayışımız devam etmekte. En son hatırımda kalan
hedefi kendi tespit edip vuran bir silah yaptı diye bir vatandaşımızı
karakola götürüp sorguya çekmiştik akıbetini de bilmiyorum. Beklide
hapse atmışızdır. Bir milletin gelişe bilmesi için gerekli olan süper
beyinlere sahip çıkmak olduğunu hâlâ kavrayamadık mı yoksa kendi
kendimize bir garezimiz mi anlamadım gitti. Bir çok süper zekalı
insanımız başka ülkelere çekip gitti. Başak milletlerin gelişimine
katkı sağlayıp onların bir parçası olurken, sanki marifetmiş gibi
onunla gurur duymayı da elden bırakmıyoruz.
Soruyoruz TÜBİTAK’a
projeyi reddettiniz, 18 yaşındaki dahi olacak bir gencimizin
psikolojik durumuna darbe vurdunuz. Kendisini savunması için size
sunum yapmak istemesine neden olumsuz cevap verdiniz? Son olarak ta
Ankara 15. idare mahkemesinin projenin neden reddedildiğine dair
savunma istemesi üzerine neden savunma yapmadınız? Kendi kararınız ile
meydana getirdiğiniz hukuksuzluğu mahkemenin kararı ile hak sahibine
iade edilmesine neden engel oluyorsunuz?
26 Temmuz 2011 |
YOKSULA YARDIM YADA AİLE SİGORTASI.
Benim kafam o kadar
karıştı ki yoksul vatandaşa yardım yapılsın mı? Yapılmasın mı? Bundan
bir iki yıl önce idi bir vatandaş ile yardım konusunu tartışıyordum.
Ben insanlara yardım yapılmasına pek sıcak bakmıyordum. O ise
kendisinin mensubu olduğu partinin devletin kasasındaki paraların
ihalesiz bir şekilde gıda paketlerine dönüşmesine ve yoksul
vatandaşlara dağıtılmasının ateşli bir savunucusu idi.
Yoksul olana para
verdin mi çalışmaz gider evinde yatar argümanı elbette geçerli bir
argüman olabilir yada yanılıyoruz olabiliriz. Hükümetin şu anda yardım
adı altında dağıttığı kömür yada gıda yardımının dağıtılış şekli ve
dağıtılan kişileri göz önüne alınca olacaksa bu bir kanuna kurala göre
yapılmasını onaylamadan edemiyorsunuz. Kemal Kılıçtaroğlu çıkıp Aile
sigortası yapacağız dediği zaman tabi ki eleştirdim bu ne şimdi dedim.
Daha sonra 1971 yılında ülkemizin uluslar arası sözleşmelerde bulunan
8 sigorta dalından biri olan Aile sigortasına imza attığımızı fakat bu
güne kadar yerine getirmediğimizi öğrenince cehaletimden utandım.
Aklıma bir anda ülkemizde bulunmakta olan çok miktarda yoksul vatandaş
geldi ve Avrupa İnsan Haklarına gidip dava açsalar kazansalar
ülkemizin kendi vatandaşına ödemesi gereken tazminatı düşünmek bile
istemedim.
Bu güne kadar
yapılmakta olan gıda ve kömür yardımlarının dağıtılış şekli meydanda.
Bir vatandaş bir diğerine akıl veriyor bu yardımı alabilmek için falan
yere gideceksin orada falanca var ben fakirlik yardımı istiyorum
diyeceksin onlar sana soracaklar oy kullanacak mısın evet de
hangi partiye vereceksin derlerse falan parti de kaç kişisiniz
derse şu kadar kişi de peki başkalarını bize oy vermeye ikna
edebilir misin evet edebildiğim kadar edeyim en son olarak ta
yardımı vermek için incelemeye gelecekleri gün haberin olsun evde ne
var yok kaybet yoksul ol. Devlet vatandaşı nitelikli dolandırıcımı
yapmış ne? Ben Cumhuriyet savcısı değilim araştıramam gazeteciyim
dillendiririm. Biliyorsunuz artık araştırmacı gazetecilik suç. Bu tür
konuları araştırmak hukuka aykırı bir durum mevcut ise soruşturmasını
yapmak Cumhuriyet savcılarına düşmekte.
Sanıyorsunuz ki beni
yoksula yardım karşıtı biri. Hayır efendim olur mu bizim zekatlık
malımız olduğu zaman malımızın zekat nisabı kadarını dinimizin emri
üzere veririz vermekten de mutluluk duyarız. Ama bizim dinimiz yoksula
yardım ederken teşhir et demiyor. Cami hoparlörlerinden isimleri
okunup teşhir edin demiyor. Yada veriğin yardımı bir şarta bağla hiç
demiyor. Ben sana zekatımı vereceğim ama sen benim istediğimi
yapacaksın bu bizim dinimizin gereği değil.
Şu anda bir çok parti
yoksula yardım ediyoruz yada edeceğiz diyor. Şu andaki sistem şarta
bağlı adamı olana verilen bir sistem. Eğer öyle değilse gerçekten
ihtiyacı olan alması gereken kişiler tanıyorum neden almıyorlar? Hilal
kart yine yoksulu teşhire sebep verecek, mahalle bakkalından alış
veriş yaparken oradaki komşusu görecek utanacak. Nereye kadar nasıl
verilip nasıl kesilmesi gerektiği konusunda bir fikir yok. Aile
sigortası ise bizim uluslar arası sözleşmelerde imza attığımız kanunu
hukuku olan bir uygulama olacak. Yoksulu önce güvence altına alıp bir
adım ilerisi onu iş sahibi ederek Aile sigortasında çıkarmak.
Keşke tüm partiler
madem yoksuldan oy kapmanın peşinde uluslar arası sözleşmelerde imza
attığınız yoksulluğu yok etmenin Aile sigortasının versiyonlarını
geliştirselerdi. Kim gelirse gelsin doğru çözüm gelmiş olurdu.
5 Mayıs 2011 |
SORULAR ŞİFRELİ! ÖĞRENCİLER Mİ SUÇLU?
Ülkemizde üniversitede
öğrenci okutabilmek için öğrenci seçme sınavları yapılmakta ve yapıla
geldi. Her gelen kafasına estiği gibi sistem değiştirdi, gelen gideni
fazlası ile arattı. Ama hâlâ şu bizim sınav sistemi ve eğitim bir yere
oturamadı.
Uzun zamandır hiçbir
öğretmenin kırsal kesimde görev yapmak istememesi ülkemizin eğitim
sistemine vurulan büyük bir darbe oldu. Kadrolu öğretmenleri devlet
kırsal kesime tayin edemiyor yeni atama yolu ile gönderdikleri de bir
yolunu bulup merkezin yolunu tutuyor. Kırsal kesime ancak ücretli
öğretmen yada sözleşmeli öğretmen göndermek sureti ile çözüm bulma
yönüne gitti. Üç kuruş verilerek çalıştırdığı öğretmenler ise
öğrencilerine üç kuruşluk eğitim verdi. Gerekirse yılın ortasında
öğrencilerini bırakıp gedebilmesi eğitimin hiçbir yerine sığmıyor ama
devletin o öğretmenlere verdiği değer kadar o öğretmenlerde
öğrencilerine değer vermekteler. Artık eğitimde ben öğretmek
zorundayım değil ben anlatırım ister öğrensin ister öğrenmesin devri
başladı.
Buda beraberinde
üniversite kazanacaksan dershaneye gideceksin mantığını doğurdu.
Devlet tarafından herkese eşit şekilde verilmeyen eğitim paralı hale
döndü ve büyük rantlar dönmeye başladı. Eğitim rantçıları bununla da
yetinmediler elbette. Daha fazla kazanmalılardı sorulara bir şekilde
ulaşan dershaneler oldu demek ki. Bir öğrenci velisi “kızımı falanca
dershaneye göndereceğim” neden diye sorduğumda “orada soruların
cevapları dağıtılıyormuş” diye cevap vermişti. Elimde belgesi bilmem
neyi olmadığına göre bu güne kadarda yazmadım. Bir vatandaş iddiasıdır
ama vatandaş bir şey diyorsa doğruluk payı olması da muhtemeldir.
Hepimizin de bildiği KPSS skandalı vatandaş iddiasını adeta doğruladı.
Son olarak ta 2011 YGS’de şifre olduğu bomba gibi düştü gündemimize.
Günlerdir bu konuda tartışmalar olmakta. Sokağa çıkıp demokratik
hakkını kullanarak şifreli sınavı protesto eden öğrenciler
tartaklanıyor. Sınavda şifrenin yok olduğunu kanıtlayarak vatandaşları
tatmin etmek ile yükümlü yetkililer kendilerinin tatmin olduklarını
açıklıyorlar.
Sınavlarda öğrencilere
organize suç örgütü muamelesi yapıp kolyesine küpesine kadar soyanlar,
soruların cevaplarını başkalarına servis etmeden o öğrencinin masasına
koymasını beceremediler.
10
Nisan 2011 |
ANTALYA TER TEMİZ AMA TOPLU
TAŞIMA FELÇ.
Ömrüm boyunca Antalya merkezi günü birlik geçişimden yada bir iki gün
kalmış olmam sebebi ile tam olarak ne gezme fırsatım nede Antalya’da
ne var ne yoku görme fırsatım olmamıştı. Geçen ay biraz iş seyahati
biraz gezmek maksatlı Antalya’da on gün kadar kalma fırsatım oldu. İş
görüşmelerimin dışında kalan zamanı Antalya’yı köşe bucak gezmek ile
geçirdim.
Bu güne kadar basında Antalya falezlerin sürekli birilerinin kayadan
uçtuğu yer olarak tanımıştım. Antalya’nın tarihinde gelen geçen
belediye başkanları hangileri yapmışlar ise o kadar güzel düzenlemeler
yapmışlar. O kayaları resmen imbik imbik işlemişler ve yer yer
kayalardan insanları denize kadar ulaşmasını sağlamışlar. Denizi
seyretmek için geniş platformlar yapmışlar. Yani sizin anlayacağınız
insanı falezlerden uçurmaya yetip te artacak kadar güzel buldum. Kale
içi mahallesi olarak geçen yeri gezdiğim zaman ise tertemiz tarihi
yapıları korunmuş evlere rastladım. Restorasyonu mükemmel yapılmış
tarih kokan bir yer olarak buldum. Her yerde tarihi yansıtan ve ilginç
heykeller görmemek ise elde değil. Yat limanının içindeki çarpık
yapılaşma o tarihi duvarları engellemiş ki oda gözümü tırmalamadan
edemedi. Peki Antalya sokaklarının temizliği ne alemde dersiniz? Nasıl
başarmışlar ise halkımı bilinçlidir yoksa belediyemi başarılıdır o
kadar temiz buldum. Park düzenlemeleri ile iş stresinden boğulan
vatandaşı rahatlatmayı görev bilmişler ve başarmışlar. Parklarda
denizi seyrederek çayını yudumlayan insanlarımı sorarsın yürüyüş
yapanlarımı?
Gel
gelelim Antalya gibi turizm şehrine yakıştıramadığım bir çok şeyde yok
değil. Önce gözüme budak gibi giren toplu taşıma sistemi oldu.
Belediye bu işin bir kısmını şirketlere vermiş. Onlar ise çok para
kazana bilmek için kaptı kaçtı gibi bir şekilde yolcu taşımaktalar.
Yolcu indirilip bindirilecek durak mantığı diye bir şey görmedim. El
kaldırıyorlar akan trafiğin içinde durup yolcu indirip
bindirebiliyorlar. Şuraya gidecek araç şu saatte şu durakta olur diye
bir sistem yok. Şoförler ise günlük hayatta giydikleri elbise ile
çalışmakta. Gidin Isparta’daki şoförlere bir bakın takım elbise ile
çalışırlar. Dünyanın her yerinden ziyaret edilen bir şehrin şoförleri
de takım elbise giymesi gerekmez mi?
Gelelim zarar etmekte olan ve vatandaşında isyan ettiği tramvaya.
Onunda ne taşıdığını ve kaç vatandaş bindiğini anlamış değilim boş
boş, otobüslerle birlikte aynı güzergahtan ağır ağır gidip gigip
gelmekte. Antalya gibi turizm şehrine tramvay değil Antalya’dan
Alanya’ya kadar uzanan metro olmalıydı. Antalya’nın içinin metro ağı
yolcuyu dışa gidecek durakta bırakır oradan gelen ise döngüsünü
tamamlayarak vatandaşa ve ülkemize gelen turistlere ulaşım rahatlığı
verip ve belediyede bu işten kâr etmeliydi.
Birde
musluktan akan suya bakalımmı? Antalya’nın bir çok yerinde alt yapının
yani kanalizasyon sisteminin olmadığını öğrendim. Yani yer altına
kazılan kuyulara bırakılıyor atık su. Musluktan akan su ise yer
altından çekilmekteymiş. Döngüyü isterseniz bir düşünün? Peki bu nasıl
çözülmeliydi. Manavgat ırmağı ne güne duruyor? İsraillilere mi
verdiniz yada verecek miydiniz? O suyu getirecek olursanız Antalya ile
birlikte güzergah üzerindeki tüm yerleşim yerleri de ter temiz suya
kavuşmuş olur.
Bu güzel
turizm kenti bizim dünyanın her yerinden gelen insanlar ile
paylaştığımız ve bizim onlara biz buyuz dediğimiz bir kent. Göze
takılan aksaklıklar giderilmesini arzuluyoruz.
6 Mart 2011 |
ARAPLAR BİZİ! MODEL GÖRÜYOR.
Arap dünyasında biz
Türklerin değeri son zamanlarda arttığını görüyoruz. Peki bunun sebebi
ne diye düşündüğümüzde bazıları Başbakanın çıkışları olduğunu
sanmakta. Daha objektif bir bakış açısı ile bakalım. Birinci dünya
savaşı ile baş eğdirilen bir ülke vardı. Birde yüz yıllarca
kendilerine hükmetmiş bir ülke o zaman İngilizlerin oyununa geldiler
ve bizden kurtulduklarına Bayram ettiler. Geçen zaman içinde sömürgeci
devletler kendilerini sömürünce halk artık Osmanlıyı aramaya başladı.
Yıllar önce oraya Türkiye’den gidenler tarafından anlatılırdı,
kendilerine ne kadar hürmet edildiği ve kedileri sanki kurtarıcı gibi
görüldüğünü.
Kurtuluş savaşı ile
Dünyayı dize getiren bir ulus Türk ulusu Arap ulusunun gözünde elbette
yücelmiştir. Neden mi kedileri bir zamanlar o ulusun bir parçalarıydı.
Sömürgeden kurtulan halk ise demokrasiyi görme şansı olamadı. Petrol
zengini şeyhlerin kulelerine aşağıdan bakmakla yetindiler. Belki de o
zamanlar Müslüman halkın böyle yaşaması gerektiğini zannediyorlardı.
Onlara demokrasi yada haklar bizde olduğu gibi buket edilip sunulmadı.
Kulun kulu olaya devam etiler. Baktılar ki bir zamanlar kedilerini
yöneten Türkler kulun kulu olmaktan kurtulmuş Allah’ın kulu Vatanın
bireyi olmuşlar. Türk dizilerinin bir çoğunun oralarda hayranlıkla
seyredildiğini bilmekteyiz. Bunu seyreden halk Müslüman Türk halkının
yaşam biçimine gıpta ile baktıkları biliyoruz. Kendilerini kimin
yöneteceğini hâlâ halkın kendisinin karar vermediğine bakarsak haklı
olduklarını anlayacağız. Beklide hepsinin içinde bir Irak modeli
demokrasi beklentisi vardı. Gördüler ki o da Irak’a demokrasi değil
felaket getirdi. Irak’ı nerede ise cehenneme çevirdiler. Bu günlerde
yirmi yıllık hükümeti deviren bir Arap ülkesi olduğunu görmüşsünüzdür.
Artık Arap haklıda kendi demokrasilerini arayacağa benziyor. Model
sanırım Türkiye devleti.
Bizi yönetenlerde bu
gerçekleri görmüyor olsa gerek bizi Arap toplumunun yaşam biçimine
dönüştürmeye çalışıyorlar. Sanıyorlar ki Arap toplumu bizi kendilerine
benzediğimiz için bize değer veriyor. Hayır onlar bizi model
alıyorlar. Kaldı ki bizim modele ihtiyacımız yok doğru dürüst
yönetilmeye ihtiyacımız var.
16 Ocak
2011 |
PARA OLMADAN KPSS SONUÇ'U DA YOK.
Bilindiği üzere geçtiğimiz aylarda
KPSS sınavı yapıldı. Yapılırken de kopya çektirmeyeceğiz tedbiri adı
altında vatandaşlara bin bir işkence yaşatıldı. Daha öncede dile
getirdiğim gibi cebimizdeki paramıza varasıya çöpe attırıp sorun
olmuştu. Şimdi değineceğim nokta ise devletin polisinin çöpe attırdığı
para olmadan bu seferde sınavın sonucunu vermiyorlar.
Dün akşam şifresi olmayan vatandaşın
sınavının sonucunu öğrenme şansının olmadığını öğrendim. Bu sorun ile
karşılaşan vatandaşlar baş vuru yaparken kendilerine verilen bir
şifreyi kapıp Internet başlarına koşmasına rağmen bakabilmek ne
mümkün? Bu gün sabah bir okulun öğrenci işlerine biraz takıldığım
zaman ÖSYM adına şifre verilmekte olduğunu gördüm. Sanki bir ticaret
hane gibi şifre satılıyor. Burada okunun bu işten bir çıkarının
olmadığını sanıyorum. Oradan çıktım postanede işin vardı postaneye
gittim. Bir genç’e KPSS sonucunu öğrenmek için şifre alamsı
gerektiğini onu da postaneden alacaksın denilmiş. Posta hanedeki
görevli ise gencin e-Devlet şifresi istediğini zannederek o birime
yönlendirirken müdahale ettim ve ÖSYM başvuru merkezi olan bir okula
gitmesi gerektiğini anlatıp yönlendirdim. ÖSYM bundan önceki yıllarda
Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ile giren herkesin sınav sonucunu
vermekteydi. İşlem yapılmasını gerektiren yani üzerinde değişiklik
yapılması gereken işlemler için şifren ile giriş yada ÖSYM
merkezlerine giderek işlem yapılıyordu. Peki şimdi ne değişti?
Sınava giren vatandaş sayısını göz
önüne alırsak birde her birinden şifre için alınan ücreti hesaplar
isek ortaya devasa bir para çıkmakta. Buradan da devlet işsiz
gençlerin ceplerindeki cay parasına da göz diktikleri anlaşılmakta.
Vatandaşa verilen eziyeti ve şifre almak için vermek zorunda olduğu
parayı doğru bulmuyorum.
30 Aralık
2010 |
KPSS'DE YAZI TURA İLE KOPYA ÖNLENDİ.
Eskiden okumuş insan az olduğu için fakülte bitirmek yada herhangi bir
lise bitirmek memur olabilme kriterlerinden birisiydi. Okumuş genç
nesil’in çığ gibi yetişmeye başlaması ile her okumuşun memur
edilemeyeceği anlaşıldı. Yıl 1999 idi o zamanın devlet adamları o
kadar güzel bir şey düşündüler ki devlete memur almak için bir kriter
lazımdı. Yani herkesi eşit ölçüde ölçüp değerlendirip ihtiyaç
ölçüsünde puanına göre memur atamaları yapılmaya başlandı. Bu sistem
ile hem adam kayırmanın torpilin önü alınmış olacak hem de neye göre
memur alınması gerektiği açıklık kazandı.
Bu uygulama ile uzun zamandır devlete memur ataması yapılmakta.
Türkiye Cumhuriyetinin Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi artık her
şeyi seçme ve ayıklama merkezi oldu. Buna rağmen yıllarca hiçbir şaibe
olmadan güvenilir bir biçimde sınav yapan ÖSYM bu yıl tam bir rezalete
imza atmasını başardı. Devlet sorular hazırlanırken sınavını yapacağı
vatandaşın önüne gelinceye kadar alamadığı güvenliği sınav yapacağı
okulun kapısına diktiği iki tane polis ile aldık görüntüsü vermeye
çalışıyor. Okumakta olduğum Üniversite bitmemiş olduğu için bu yılda
Lise düzeyinde KPSS’ye girdim. Sınava girmeden önce arabasının
anahtarı alınmayanı , sigarası ile içeri alınmayanına şahit oldum.
Hatta bir arkadaşım boynunda unuttuğu kolyesini, defineciler gibi
okulun bahçesine gömüp sınav çıkışında kazarak bir definecilik deneyim
ide yaşamış oldu. Alınan tüm önlemleri anladım. Ama anlayamadığım bir
şey vardı o da dolmuş paramı ödedikten sonra cüzdanımda oluşan bir
avuç demir paraydı. Polis bunlar ile giremezsin at gel dedi. Benim
cebimdeki parayı çöpe attırmaya zorlamak Türk parasına hakaret suçuna
girmiyor mu? O parayı bir yerlere bırakmaya çalışırken şahsımın
rencide olduğunu hiç sayıya katmıyorum.
Sınavlardan günlerce öncesinden sınav soruları birilerine servis
edilmedi mi? Günler öncesinden gelen soruları bir şeylere yazarak
içeriye sokmayacakları kesin değil mi? Peki Devlet olarak siz neyin
önlemini aldınız? KPSS sınavında demir para ile yazı tura artarak
kopya çekmemizi mi önlediniz?
4 Aralık
2010 |
BEDELLİ ASKERLİK.
Bir zamanlar bize bu ülkeyi canları
pahasına emanet edenler canlarını ortaya koyarken bir an bile
düşünmediler. Bu gün geldiğimiz duruma bakınca gerçekten utanılacak
durumlar mevcut olduğu görüyoruz. Bir Tv programında tartışmaları
izlerken birileri askere gitmemek için bir oluşum içinde olduğunu açık
açık gündeme getirmekle birlikte halkı askerlikten soğutma konusunda
suç işlediklerini düşünüyorum.
Onlara göre askerlik
yapmak fakir vatandaşın evlatları içinmiş. Zaten bu güne kadar zengin
çocuklarının Hakkari’nin, Ordunun yada Şırnağın dağında askerlik
yaparken görmedik. Ama bu gün gelinen nokta benim hiç içimi açan
nitelikte değil. Dünyada paralı askerlik olan yer vardır ama her
milletin asker anlayışı farklıdır. Türk Ulusunda askerlik yüce bir
mertebedir, çünkü Türk Ulusu asker Ulustur. Analar asker doğurur
yetmedi savaş meydanında kendisi asker olur. Askere gitmek istemiyorum
diyen beyler tarihi biraz karıştırsın asker analarımıza rastlarlar.
Türkiye dünyanın en stratejik yerinde olduğunu ilk okuldaki
çocuklarımıza anlatırız sanırım bundan ders alamayanlar var. Binlerce
yıldır bu topraklarda yabancıların hep gözü oldu her defasında
kahraman Türk askeri zindan etti onlara bu toprakları. Hani sonuncu
zindan edilişin acısını hâlâ unutamadılar. Sizin anlayacağınız paralı
güvenlik kuvveti ile korunamayacak kadar değerli bir toprak üzerinde
duruyoruz. Millî duygular ile parasal duygular eşit değildir. Vatan
için ölüme koşacak çok insan bulabilirim ama para için ölüme gidecek
insan olduğunu zannedeniniz var mı? Kendisinin eğitimli iş gücü
olduğu gerekçesi ile gitmek istemeyenler bu ülkede şimdi sokaklar
bomboş Üniversite mezunu insanla dolu korkmayın sizin yerinizi
dolduracak çok sayıda cevhere sahibiz. Özellikle Üniversite bitirmiş
sizlerden yer kalmayınca evde koca bekleyen kızlarımız sizin yerinizi
dolduracak kadar yeteneğe sahiptir. Birde zengin yada okumuş beylerin
fakir yada okuyamamış vatandaşımı hakir görmesini hazmedemiyorum. Siz
ne kadar insansanız onlarda o kadar insan. Vatan borcu sizin
cebinizdeki para ile ödenecek kadar ucuz değildir. Vatan borcu canını
ortaya koyarak ödenir.
Anladım teknoloji
gelişti bu teknolojik teçhizatı kullanacak profösyöneler olmalı.
Şuanda profosyönellik gerektiren alanlarda zaten profösyonel personel
görev yapıyor. Askere giden her genç barış ortamında savaş
tekniklerini öğrenir. Sizin teknolojik dediğiniz teçhizatı savaş
anında o gençler ihtiyaç oldukça geri çağrılarak onlar kullanacaktır.
Görünen ordunun dışında bir o kadardan kat kat fazla hazır ordumuz
vardır. Bunun profosyöl askerdi bilmem neydi diye yok edilmeye
çalışmak bu vatana ihanettir.
14 Kasım 2010 |
TÜRKİYE’DE KADER! ŞİLİ’DE TEDBİR
Günlerdir bu yıl
içerisinde meydana gelen maden kazaları üzerine bir yazı yazmayı
düşündüm. Fakat birkaç gün beklemeyi uygun buldum. Duygularımın aşırı
yoğunlaşmış olduğu anda değil bu konu üzerine gerçekçi düşünmek
istedim. Türkiye’de olan maden kazaları ve Şili’de olan maden
kazalarını basından seyrederken ne kadar şanslı bir millet şu
Şilililer deşmiştim, ama yanıldığımı Şilili maden kazazedelerin nasıl
kurtulduğunu anladığımda ülkem adına utandım.
Türkiye’de maden
kazaları olduğunda bizim devletimizin nice en yetkilileri açıklamalar
yaptılar. Hatta bizim Başbakanımız Türkiye’de ilk defamı grizu
patlaması oluyor acite etmeyin bunlar kader demiş işin içinden
çıkmıştı. Şili’de de devlet Başkanı’nın açıklaması ise bu maden asla
açılmayacak, kazaya neden olan koşullar cezasız kalmayacak demekle
insana ve vatandaşına verdiği önemi gözler önüne serdi. Şilili
kazazedelerin kurtulmasına sebep olan aslında şansları değilmiş.
Oradaki madende kaçış tünelleri yapılmış onlarda havalandırma ile yer
yüzüne bağlantıları kurulmuş yani yerin altında bir yaşam alanı
oluşturulmuş. Bizde ise kader alanı oluşturulmuş. Tabi kader alanları
maden emekçilerinin ölmesinin asla önüne geçmedi.
Yöneticilerimiz yada
yöneticilerimizden çıkarı olanlar sürekli ülkemizin geliştiğinden
bahsediyor. Elbetteki ülkemizin gelişmesini canı gönülden istiyoruz
ama sözde yada kağıt üzerinde değil. Başka milletler için çocuk
oyuncağı olan konularda biz sınıfta kalınca utanıyorum. Felaket
anlayışımız Türkiye’de kader! Şili’de tedbir olmamalı.
18 Ekim 2010 |
ARTIK İSTİSMAR ANAYASA'MI?
Türk halkı olarak istismar edilmek kaderimiz midir ne? Birde bu siyasi
partilerin istismar araştırma ve geliştirme merkezlerimi vardır
bilemiyorum. Bir zamanlar istismar edilecek en önemli konu Din idi.
Dini istismar eden her parti her seferinde hezimete uğradı. CHP
iktidarı 1949’da ilk okullara din dersi koydu fakat yıkıldı. Demokrat
partinin 1957’de ki Saidi Nursi ile yakınlaşması kendilerini
kurtarmadı. Süleyman Demirel’in 1960’da ki Tarikatçılar ile
yakınlaşması hezimete uğrattı. Yine Haç seferleri düzenleyen ANAP’mı
aynı sonla karşılaştı. Halk hiçbir zaman dinin istismar edilmesine
sıcak bakmadı. Artık Türk siyaseti Dinden nemalaşamayacağını anlamışa
benziyor.
Şimdi istismara en yatkın ve tutanını Anayasa olduğunu açıkça
görmekteyiz. 1961 Anayasasına bize bol dediler 1980 ise bize dar
dediler. 1980 Anayasasının bir çok maddesi 57. Hükümet döneminde
mecliste bulunan partilerin uzlaşması ile değiştirildi. O dönemlerde
ne halk bir biri ile çatıştırıldı nede partiler bir biri ile çatıştı.
İki bin birden sonraki mecliste yine din istismar edilmek istenmişti
ama anlaşıldı ki Anayasa istismara daha yatkın bir konuydu. Her
defasında uzlaşmaya dönük olmayan Anayasa çalışmaları ve zorlamaları
darbe mağduru Solcular ve darbe mağduru Milliyetçiler arasında itibar
mı buldu bilinmez ama onların ruhunu okşamaya yetide artı sanırım. Bu
günkü geldiğimiz noktada Üniversiteler ise bu konuda ne açıklama
yapıyor nede bu konunun nasıl yapılması gerektiğine dair bir öneride
bulunuyor. Sözde onların makamı İlim ve Bilim üretilen yer olmasına
rağmen konunun ehli olmayan seçilmişlere bırakılıyor. Seçilmişler ise
kendi koltukları için gelecek seferde yine koltuğu garanti altına
almak için biz Halkı bir birine düşman etmeyi hiç gözlerin kırpmadan
yapıyorlar.
Başta da değindim Partilerin istismar araştırma ve geliştirme
merkezlerimi var demiştim. Keşke bu partilerin işsizlik araştırama
geliştirme merkezleri olsaydı. Bu ülkenin işsizlerinden söz edilseydi.
Gerçek sorunlarımız konuşulsa çözülseydi. Bu ülkenin akil adamlarına,
İlim ve Bilim üreten ve üretmesi gerekenlere sesleniyorum. Bu
Anayasayı siz hazırlayın meclise gönderin biz Haklıda istismar
Anayasasına mahkum etmeyin. Vatandaşı oy uğruna bir birine düşman
etmekten kurtarın.
25 Eylül 2010 |
REFERANDUMDA NE ÇIKAR?
Sevgili okurlarım
referandum ne demektir hepimiz az çok biliriz ama günümüzde biraz
işlevini başka anlamda yapmaya başladı gibi geliyor. Ülkenin
yürümeyen! işlerin zora girdiği anlarda bir spekülasyon olay ortaya
çıkıyor gündemde önemli olay gündem dışı kalıyor. Bu güne kadar elli
yedinci hükümetin programlarını devam ettire gelen elli sekizinci,
elli dokuzuncu ve altmışıncı hükümete gelene kadar devam ettirdiler.
Altmışıncı hükümet ise genel seçimlere bir buçuk sene kala IMF ile
programa son vererek şov yapıldı gibi geldi. Nasıl olsa öylede böylede
genel seçime kadar kendilerini taşıyacak bir şeyler bulunacaktı.
İşte tam burada
imdatlarına bir uzlaşısız anayasacık ve arkasında referandum gündem
geldi. Soruyorum sizlere amaç gerçekten vatandaşa hizmet, onlara daha
iyi bir anayasa çıkarmak olsa idi üniversitelerde evlatlarınızı teslim
etmekte tereddüt etmediğiniz hukuk profesörlerini iş başına çağırmak
olmaz mıydı? Evlatlarınızı emanet ettiğiniz profesörlere bu ülkenin
yönetiminde söz vermekten neden korkuyorsunuz? Peki vatandaşa
soruyorsunuz neyi? 26 soruya bir cevap EVET / HAYIR’ı. Bir çok
vatandaşa gidin sorun bakalım neye cevap vereceğini biliyorlar mı?
Vatandaşın bir çoğu akşam evine bir dilim ekmek götürebilmek ile
meşgul, bazı kesim gibi tuzu kuru değil. Meydanlardan hanginiz ne
kadar kandıra bildi ise o kadar sizin isteğinize onay veren vatandaş
çıkacak.
Şimdi işin içine birde
İmralı ve PKK karıştı onlar evet diyorlarmış. PKK bir otoritemidir de
bu ülkede görüş bildiriyor? Uluslar arası anlaşmalarda terör örgütü
olarak mercek altına da alındığını biliyordum. Nereden bileceğim benim
Güneydoğudaki vatandaşımı tehdit etmeyeceklerini. Bu güne kadar boykot
diyen BDP evete yaklaşır gibi bir tavırlar aldı. Acaba bu işin arka
planında gizli bir anlaşmalar olma ihtimali var mı?
Saygıdeğer vatandaşım
artık meydanların tadı da iyice kaçmaya başladı. Herkes bir birine
hakaret ediyor. Yani senin oyunu alabilmek için bir birlerini
yiyorlar. Hatta bir çok yerde siz sivil vatandaşları azarlandıklarını
görüyorum ve içim eziliyor. Kendiniz bu paketten anlamıyorsanız bir
hukukçuya bir sorun ona göre kullanın oyunuzu.
18 Ağustos 2010 |
BİLİNMEYEN DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ.
Bu günlerde yine
teröristler azıttıkça azıttı. Hatta işi bir adım ileri götürmeye
çalıştığı ise gün gibi ortada. Yani ileri derken hiç Kürt asılı Türk
vatandaşının bile olmadığı alanlarda eylem yapmaya başladılar. Peki
bunun anlamı ne diyecek olursak? Kendilerinin daha fazla alana hakim
olduklarını gösterme çabalarıdır.
Bizim Ankara’dan
İstanbul’dan yazan basınımız ise bu olayların iç yüzlerini asla ve
asla ya bilmiyor yada yazamıyor. Teröristlerin eylemleri eylem yapılan
bölgenin vatandaşını ise itam altında bırakıyor. Görüldüğü gibi Hatay
bunu hazmedemedi ve ayaklandı. Peki sizler teröristlerin yapacağı
etkinliği bertaraf etme şansı olmayanlara ne diyeceksiniz? Geçtiğimiz
günlerde bir festivalde tanıdığım ismini zikretmem kendisi için
güvenlik sorunu alabilecek bir Doğu Anadolu yiğidi öyle şeyler anlattı
ki! Bir derneğin bünyesi altında ellinin üzerinde köyü olan bir dernek
başkanı düşünün. Onun bölgesinde yapılacak olan BDP şöleni kendisini
aşırı derecede rahatsız etmekte. Kendisine sizin bölgenizde o şölene
gidecek vatandaş var mı peki diye bir soru yönelttiğimde BDP başka
yerlerden taşıyıp getireceğini öğrendik. Yani geçtiğimiz günlerde bir
yazımda yaygaracılar dediğim, teröristlerin destekçilerini BDP orada
tahsis edecek. Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu aslında size
yansıtılan gibi değil sizlere yansıyan yaygaracıların yaptıkları. Peki
bilmediğiniz gerçekleri yansıtmayanlara ne diyeceksiniz? Kendisi
Kürtçe konuşmasına rağmen Türkmen olanları biliyor musunuz?
Bunca Terör eylemi
arasında PKK ile mücadele eden paşaları tutuklayanlara tutuklamak
isteyenlere ne demeli? Cebinden yakıt parası koyup o gün Türkiye’nin
şerefini kurtaran paşaya bu gün terörist diyeceksin. Sizin yaptığınız
resmen askerin asli görevini yapmayı engellemek değil de ne peki?
Teröristler üzerine alacağı bir karar yüzünden ilerde yargılanma
korkusu mu yaratıyorsunuz? Otuza yakın görevli paşayı tutuklamak
istiyorsunuz yani onların eşsiz bilgilerini hapsederek meydanı PKK
yamı bırakmak istiyorsunuz?
Sayın Bakan Altay
Amanosların temizlenmesini istiyor. Peki temizlemesini istediğiniz
askerin yanında mısınız?
28 Temmuz 2010 |
KİMİN ANAYASASI?
Anayasamızda bu
günlerde bir değişiklik yapılacak Türkiye Büyük Millet Meclisinde
kendileri anlaşamayanlar siz halktan yardım istemeye geliyorlar
değimli? Halkın sorunlarına eğilen bir paket olmamasına rağmen biz
halka soruyorlar.
Şöyle bir irdeleme
yaparsak vatandaş olarak bana lazım olan bir yasa falan çıkaran var mı
diye ben göremiyorum. Gözüme bir cümle takıldı Darbe yapan Kenan
Evrenleri yargılayacaklarmış. Peki şimdi sizin elinizi tutan neydi?
neden yargılamıyorsunuz? Olmayan hayali darbe palanlarını yargılayan
sizler değimlisiniz? Vatandaşa lazım olan yasalardan mı bahsedeyim?
Askeriyede çalışan memurlar yasanın bir ayrımı nedeni ile SGK
sisteminde dahil değil gibi bir durum nedeni ile hâlâ TC numarası ile
hastaneden muayene olamıyor. Sevkler ile bir sürü sıkıntılı durumla
uğraşıyor nerede düzenleme? Sit alanı diye bir şey duyanınız olmuştur
sanırım. Her önüne gelen yeri masa başından sit alanı ilan etmişler
vatandaşın başı feci şekilde sıkıntıda düzenleme yapan yok. Lakin
zenginler ordusundan birinin bir projesi varsa orada yasa falan yok
sayılıyor. Geçtiğimiz yıllarda birinci derecede sit alanı olan bir
turizm beldemizde buna kendi gözlerimle şahit olmuştum. Aslında
örneklerimizin sayısını artırabiliriz ama sizleri sıkmak istemiyorum.
Sonuç olarak bakarsak
vatandaşın sorunlarını çözen bir Anayasa değişikliği falan olmadığı
apaçık ortada değil mi? Bu günlerin gözdesi olan demokrasi
söylemlerine kanmayın derim. Her önüne gelen her yaptığını demokrasi
adına yaptığını iddia ediyor. Sanırım demokraside kendini suçlu
hissetmeye başladı. Her taşın altından demokrasi çıkıyor.
16 Temmuz 2010 |
GÜNAH KEÇİNİZ GENEL KURMAY MI?
İki binli yılların
başında PKK terör örgütü perişan olmuştu hatırlayanınız var mı? Peki
ne odluda yeniden hortladı? Yine PKK terörünün hortlamasında
birilerinin koltuk hesabı bulunmakta olduğunu düşünüyorum. Bizim
siyasileriz oy uğruna yanlış üzerine yanlış yapmaktan çekinmedikleri
için, olmadı başka bir yöntemi deneriz düşüncesi bize çok şey
kaybettirmeye devam ediyor.
Bölge halkının
yaygaracılarının oyunu alabilmek uğruna perişan olmuş terör örgütü ile
mücadele bırakıldı. Yine açılım hikayeleri ile terör örgütü PKK ile
masaya oturma planlarına girişilmedi mi? Ulusalcı Vatan evlatları
ayaklanmasa tepkilerini koymasa PKK terör örgütü ile anlaşmaya
gidilecekti. Bu uğurda Haburda seyyar mahkemeler kurulup aklamalar
yapılmadı mı? Başta yaygaracılar dediğime dikkat edeniniz odlumu
bilmiyorum. Özenle seçtiğim o kelime Güney doğu gerçeğini yansıtan bir
kelimedir aslında. Güney doğu halkının tamamı PKK terör örgütünü
desteklemiyor. Destekleyenler benim başta belirttiğim yaygaracılar.
AKP hükümeti ise yaygaracılar ile anlaşıp oy potansiyelini artırma
planlarını yaparken planları ters tepti. Yaygaracılar ile aralarına
husumet girince herkes kendi yolunu tuttu.
Yakın bir zaman içinde
o kadar şehit verdik ki kanıksadık mı nedir hiç kimseden bir tepki
gelmiyor. Gazzeye yardım gemisi için yaygara kopartmıştık sokaklara
dökülmüş protestolar yapmıştık. Gel gelelim bizler için canını veren
yiğitlerimize desteği çok görmeye mi başladık? Buda belli bir kesimin
askerimizi yıpratma politikasının başarısı mıdır yoksa? Bakıyorum bu
gün TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin bu şehitlerin hesabını Genel kurmaya
kesmeye çalışmakta. PKK terör örgütünü kucağına çeken onunla el
sıkışan bir hükümetin ferdinin bunu yapmaya hakkı var mı? İki binli
yılların modası mı? her şeyin günah keçisi, Genel kurmay yada Asker.
19 Haziran 2010 |
YARDIM GEMİSİ DÜNYANIN GÖZÜNE
PARMAK SOKTU.
Gazzeye yardım gemisi dünyanın gözüne parmak soktu. İsrailin
Filistinli sivillere yıllar yılıdır sürdürdüğü zulmü İHH sivil toplum
örgütü dünyaya duyurmayı başardı gibi görüyorum. Dünyanın hangi
köşesinde bir karışıklık olsa ABD ve Avrupa ülkeleri orada bitme
konusunda üstlerine yoktur. Olmayan bir silahı bahane edip Irak’a
girmediler mi? Irak’ın sosyo kültürel mozaiğini kendilerince
şekillendirmediler mi? Söz konusu İsrail olunca dünyanın hiçbir ülkesi
bu konuda kılını kıpırdatmıyor. Hatta ve hatta kan bağlarının olduğunu
düşündüğümüz Arap dünyası bile bu işe göz yummakta geri kalmadıklarını
görürsünüzdür.
Bugünkü noktaya gelince İsrail yine her zamanki vahşetini uygulamaktan
geri kalmadı. İçinde askeri bir mühimmat olmayan sivil toplum
gemilerine saldırmayı ihmal etmedi. Hiçbir askeri otoritenin sivil
toplum örgütüne saldırma yetkisine sahip olduğunu düşünmüyorum. Ama
engelleme yapılması maruz görülebilecekken İsrailin vahşet uygulaması
düşünülecek bir şey değil. Aslında İsrail bir nevi kendi ayağına ateş
etti. Tüm dünya kamuoyunu kendi karşısına alacak uygulamaya baş vurdu.
Burada biz Türk halkına önemli bir rol düşmekte. Bu güne kadar İsrail
Filistin meselesi hep bir din çatışması gibi görüldüğü için destek
bulmakta zorlanılmaktaydı. Şimdi ise dünya vatandaşları bu konuya ilgi
duymuşken biz yeniden tekbir sesleri ile diğer destek veren ülkelerden
ayrışmanın bir işe yarayacağını zannetmiyorum. Burada o kadar akıllı
bir politika izlenmeli ki dini, dili, ırkı ne olursa olsun bu vahşetin
karşısında olması başarılmalı.
30 Mayıs 2010 |
BU GÜNÜN ÇÖZÜMÜ
YARININ SORUNU.
Ülkemizde sorunlar günlük çözümler ile yapılınca gün bitince sorunu
çözdüğümüz kendisi sorun olduğunun farkında mısınız? Geçtiğimiz
günlerde et fiyatları yukarı alıp başını fırlayınca yine geleneğimize
baş vuruldu. Günlük çözüm üretildi et ithalatı yoluna gidildi.
Birkaç sene öncesi gübre fiyatları o kadar yukarı fırladı ki hububat
üreticisi gübreye mazota verdiği paranın hırsını birkaç sene boyunca
hayvan üreticisinden çıkardı. O yılarda yaşanan bir miktar kuraklığı
da fırsat bilen aracılar hayvan üreticisinin sırtından iyi rant
sağladı. Yem fiyatları yüksek olunca hayvan üreticisi hayvanına yem
alabilmek için, ucuz fiyattan çok sayıda hayvanını feda etmek zorunda
kaldı. Devlet ise kuraklıktan zarar gören hububat üreticisini
destekler iken zararını tazmin ederken bu zincirden zarar gören hayvan
üreticisini tamamı ile unutmuştu. Geçtiğimiz yıl hububat üretiminde
hava şartlarının iyi gitmesi sebebi ile bir bolluk yaşandı. Buda
hayvan yeminin arzının fazlalaşmasına lakin hayvan üreticisi azaldığı
için talebin azalmasına devamında yem fiyatlarının biraz daha düşmesi
hayvan üreticisinin elini iyice kuvvetlendirdi. Piyasaya sürülecek
hayvanı olmadığı için piyasa hayvan kıtlığına girdi. Fiyatlar iyice
yukarı fırladıkça elinde damızlık hayvanından biraz daha feda etti bu
fiyatı bir daha yakalayamayacağı iç güdüsü ile davrandı. Hükümet ise
bu noktada tek yaptığı şey ithalata yöneldi. Yani yine günlük çözüm
yolu seçildi.
Bu şekli ile gidecek olursa hayvan üreticisi ithalat silahı ile bir
kez daha vurulursa gelecek yılların daha fazla et sorununa gebe
olduğunu söylemeden edemeyeceğiz. Çok zor ve meşakkatli bir iş olan
hayvan üreticiliği sürekli zorluklar ile karşı karşıya kalırsa
hayvancılığı bırakmakta tereddüt etmeyecektir. Buda bize ileriki
yıllarda hayvan üreticiliğini bırakan işsiz ve yukarı fırlayıp duran
et fiyatları olarak geri dönecektir.
3 Mayıs 2010 |
BURUN KIRMA MODASI!
Bu aralar bakıyorum da halkımız arasında burun kırmaya bir merak
sardı. Neden acaba? Hangi görüş olursa olsun ona karşı yapılan şiddeti
tasvip etmiyoruz. Geçtiğimiz günlerde iki tane burun kurma vakası
yaşandı ki elbette insanı düşündüren bir durum. Bir insanı kendi
yöntemleri ile cezalandırmaya iten durum nedir diye düşündüğümüz
zaman, aklımıza hukukun işlemediği gelmez mi? Yani devlet eli ile bir
uzlaştırma yapılmaz ise taraflardan zarar gören kendi hukukunu kendi
yöntemleri ile ortaya koyar. Buda her zaman kötü bir sonuç doğurur.
Halkı yönetmek onların huzurunu sağlamak için başa gelenler ne yazık
ki halkı ayrıştırmakta onlar arasında uçurumlara sebep verecek
eylemlerde bulunmaktan geri kalmıyorlar. Halkın gündeminde işsizlik
açlık varken, halkı yönetenlerin gündeminde devletin bir yerlerini
kendilerine göre şekillendirmenin ötesinde hiçbir sıkıntının olmadığı
görülmekte. Mecliste uzlaşma geleneğinin yok olması ben yaparım
olurculuk halkı çileden çıkarmanın da ötesine geçmeye başladı.
Ben yaparım olurculuğun yarattığı etki artık seçilmişlere yapılan
tepkiye dönmüş olduğu gün gibi ortada. Yani artık ektiklerini biçmeye
başladılar. Bunun gibi kötü hasatlardan bilinsin ki hep vatandaş
zararlı çıkıyor. Kötü hasat’ı birinin üzerine yıkma geleneği vardır.
Acaba bu kötü hasat’ın günah keçisi kim olacak.
22 Nisan 2010 |
MİLLÎ EĞİTİM NE
İŞE YARAR?
Bu akşam haberlere bakarken kimin suçlu olduğunu bilemediğim bir haber
vardı ki gerçekten yüreğim sızladı. Ülkede ekonomik krizin olmadığını
iddia eden hükümet yetkilileri. Oğlunun dershane parasını ödeyemeyip
hapse giren bir Anne Annesinin durumuna üzülüp hayatına son veren bir
genç. Hadi gelin çıkın bakalım bu kısır döngünün içinden. Kim suçlu?
Yıllardır bu dershaneleşmenin yanlış bir şey olduğunu savundum durdum.
Kimisi beni neden böyle düşünüyorsun diye eleştirdi. Bir ülkenin
eğitimini ticaret unsuru yaparsan ileriki zamanlarda kangren’a
dönüşecek bir yara olacağı belli değimli? Eğitim o kadar hassas konu
ki üzerinde bin düşünülüp bir yapılması gereken bir konu. Bizim şu
andaki dershaneleşme sistemine göre en zengin çocuk en zeki çocuk
doğrumu? Gidin Torsların , Nemrutun , Kaçkarın dağ köylerinde ne zeki
çocuklar var biliyor musunuz? Bu dershanelerin talep ettiği paraları
bulamadığı için okuyamamış. Ha diyeceksiniz devlet okulda veriyor
dersi oradan öğrensin. Buda neye benziyor biliyor musunuz? Koşu atı
ile yük çeken bir atı, aynı at yarışsın işte demek gibi oluyor. Bide
bu işin özel okulları var. Adam çocuğunu ilk okulda başlamış özel
okula göndermeye. Yani sizin anlayacağınız o Torosların, Nemrutun dağ
köylerindeki çocuk senin o öğrencine yetişmesi için biraz insafa
gelmeniz gerekmez mi? Yada şehirde bir aile durumu ne olursa olsun bu
çark onu illaki dershane dişlilerinin arasına kıstıracak.
Belki şu şekilde düşünüle bilir çıta yükseldikçe daha iyi soru çözen
insanlar yaratırız. Acaba bize daha iyi test çözen insanlar mı yoksa
daha zeki insanlar mı lazım? İkisinin aynı şey olduğunu iddia
edemezsiniz sanrım. Birisi kendisine verilen kitabı yer yutar neyse
çok iyi test çözer diğeri düşünebilen bir şeyler üretme kapasitesine
sahip insanlardır.
Şimdi soruyorum size baştaki bahsettiğim trajedinin sorumlusu kim?
Ülkede ekonomik kriz olmadığını iddia eden yetkililerde mi? Bu
dershaneleşmeye ilk sebebiyet verenlerde mi? Bir gün bu
dershaneleşmeye son vermeyen Millî eğitim bakanlarında mı? Hadi ben
bulamadım sorumlusunu siz bulur musunuz?
5 Nisan 2010 |
BAŞKASININ
DERDİNİ KENDİ DERDİN BİLMEK
On Mart öğle sonu idi.
Üniversitede derse katıldım dönüyordum. Bulunduğum yerin pazarıydı.
Güneş batmak için cebelleşmeye başlamıştı. Gözlerime o kadar şiddetli
tesir ediyordu ki karşımı görmekte zorlanıyordum neredeyse. Bir ara
bir kadın bir diğer kadının Pazar arabasına ayağımı takıldı yada gözü
takıldı. Biraz ileriye geldiği anda tamda benim yanı başımda bir
yerlerde başka yere doğru dönerken içten bir of çekti ki içim
burkuldu. Yüzünü güneşinde tesiri ile tam görememiştim ama gördüğüm
kadarı ile bir hüzün vardı. Kadından biraz ileri gittiğim anda beni
büyük bir düşünce sardı. Bu sefer içim ürperdi sanki bir titremek
gelecekmiş gibi bir huzursuzluk oluştu bende. Düşündüm bu kadının
derdi neydi acaba? Pazardan bir şeyler alacak parası mı yoktu? Beklide
gözüne takılan sepetin içindekiler onu üzmüştü yada ailesinden
birileri onu üzmüştü.
Yine o gün yakın tanıdıklardan
birisi çalıştığı yerden maaşını alamadığından dert yandı. Onun gibi
bir çok kişinin de alamadığını söyledi. Geçtiğimiz günlerde bir Pazar
manzaraları çekimi yapmıştım. Pazarın neredeyse her yerini
fotoğraflarken birkaç kişi bana ne için çektiğimi sormuştu. İçlerinden
bazıları esnafın kan ağladığından dert yandı. O çektiğim
fotoğraflardaki kareleri incelerken doğru dürüst alış veriş yapan
insan neredeyse yok denecek kadar az olduğunu gördüm. Alamayan
vatandaşa satamayan esnafa herkese üzüldüm. Vatandaşın yüzüne
bakıyorum herkesin yüzünde mutluluktan bir nebze olsun bir şey yoktu.
İnsanların kimisinin hayata adeta küsercesine mutsuz, bir anda
öfkesini bir yerlere boşaltacak kadar öfkeli olduklarını gördüm.
Sizin anlayacağınız başkasının
derdini düşündüğüm zaman kendi derdimi unutuyorum adeta. Ne olurdu bu
ülkeyi yönetenlerinde başkasının derdini düşünecek kadar hassas
yürekleri olsaydı. Sosyal devlet olmak insanların ellerine yeşil kart
diye bir şeyler tutuşturup çalışmamayı teşvik etmek olmasa gerek.
Yeşil kart tutuşturduğun insanlara çalışıp kazanacağı iş vermek
olmasın sakın? Birilerine kömür, buzdolabı,çamaşır makinesi dağıtıp
diğerlerini çaresiz ve sefil bırakmak olmasa gerek.
15 Mart 2010 |
DARBEYİ Mİ!
HAYALİNİ Mİ SORGULASAK?
Bir takım askerleri darbe planı yada plan semineri dolayısı ile
çektiler emniyete, zannediyorlar ki demokratikleştik. Emniyetin
sorgulayabilme yetkisi olmamasına rağmen kaçma olasılığı da olmayan
paşalar neden emniyete çekildi? Tker teker çağrılarak savcılıkta
ifadeleri alına bilirdi. Halkın arasında bir demokrasi ötesi bir
şeyler mi oluyor sorusuna sebebiyet verilmemmiş olmaz mıydı? Yukarı
mercilerde yapılan en ufak çatışmalar halkımızın tabanında depremler
yarattığının farkına varmalarını isterdim.
Gelelim darbelere bu ülkede defalarca darbeler yapıldığını hepiniz
bilmektesiniz. Bu darbe soruşturmasını sürdürenler gerçekten samimi
iseler bence yapılmış darbelerden başlarlardı. Bu minimalden
baktığımız zaman biraz farklı gözüktüğünü iddia edebiliriz. Plan
semineri yada darbe planı gerçekleşmemiş gerçekleşmesi de mümkün
gözükmeyen bir olgu olarak eskide kalmış. Şimdi biraz farklı açıdan
düşünürsek sanal bir darbe planı da denile bilir. Bir adamın rüyasında
falanca şahsı öldürdüm diye birisine anlattığını düşünelim yargıya
yansıyor ve adama ceza veriyorlar. Öte yandan Bir başka şahısta
birisini öldürdüğünü bilmenize rağmen hiçbir soruşturma açmıyorsanız
bu yargılamanın ne kadar doğru işlediğini bana izah edebilir misiniz?
Buradan darbeleri desteklemek gibi bir niyetimin olmadığını açıkça da
belirmek isterim. Bu güne kadar yapılan darbelerin bu ülkenin
değerlerinden ne kaybettirdiğini gayet iyi bilmekteyim. Hele bazı
kesimin yok edildiğini ve işkenceler altında ifadeleri alınan
insanları görür gibiyim.
27 Şubat 2010 |
TARİH TEKERRÜR MÜ EDİYOR NE?
Tarih tekerrür mü ediyor ne? Şanlı Osmanlı devletinin yıkılma sebebine
baktığımız zaman aslında bizler ders almamız gerekir ama hâlâ bir ders
alanımız çıkmadı. Bunca zaman okullarda okutulan tarihi bizim
siyasetçilerimiz okumamış olsa gerek. Şanlı Osmanlı devletinin düştüğü
duruma düşmek üzereyiz.
Ne zamanki Osmanlı ilime aydınlanmaya önem vermediği ve Şehzadelerini
halktan uzak yetiştirmeye başladığı zaman başarı basamaklarından
düşmeye başladı mı? Türklerin yaşadığı topraklarda her zaman emelleri
olan batılılar ilk fırsatta Osmanlının himayesi altındaki azınlıkların
haklarını korumak adına Osmanlının iç işlerine karışmadı mı? O
dönemlerde bizim birliğimiz altında yaşayan vatandaşa özgürlük isteyen
batılılar daha uzak memleketlerde sömürgeler kurmaktan hiç de geri
durmadılar. Bunun sonucunda bizim vatandaşımıza özgürlük diyen
batılılar bizim ülkemizi işgal ederlerken hiç de insan haklarını falan
gözetmediler. Anlayacağınız batılıların amacı yine insan hakları falan
değil yine bir şeyleri bahane ederek binlerce yıllık emellerine
ulaşmaya çalışmak.
Türkiye 1974’de uluslar arası anlaşmalardaki haklarına dayanarak
yaptığı barış harekatında Türk ulusunun yüceliği ile şimdilerin İsrail
= Filistin sorununa benzer çözümsüz bir konu olacak bir olayı
başlamadan bitirmiş oldu. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet Adada bir anlaşma yoluna gitmek
için ellerinden geleni yapmasına rağmen Rumlar ve onların destekçileri
ayak diretmediler mi? Batılılar şimdilerde yine başladılar Adadan
asker çekin peki sonra! AB kendi yasalarına bile aykırı olan sorunlu
bir ülke olarak Güney Kıbrısı AB üyesi yapmadılar mı? Batılıların
amacı gerçekten bir barış olduğunu sanmıyorum.
Şimdilerde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin askerin birazda üzerine gitmesini de fırsat
bilen batılılar Osmanlılara uyguladığı politikayı yeniden gündeme
getirmiş olduğunu fark ediyor musunuz? Ben buradan bizi yönetenlere
sesleniyorum! Bu günü kurtaracak kendi yaratığınız sorunu çözmeye
çalışarak geçinmeyin. Yarınlara çözüm bekliyorum.
11 Şubat 2010 |
YOK OLAN TİYATROYA BİRDE CEZA!
Basını takip ederken gözüme yine bir ceza ilişti. Bir Tiyatro oyununda
sigara sahnesi olduğu gerekçesi ile oyuna ceza kesilmiş. Ben kendim
sigara içmemde içilen mekanları tasnif de etmem. Ama bu baya bir
kantarın topuzunun kaçtığını ortaya koymakta. Kendim tiyatroda
oynadığım için bir oyunun sahneye nasıl aktarılması gerektiğini de az
buçuk bilmekteyim. Farz edelim bir hapishane sahnesi oradaki
çaresizliği aktaracaksın adamın eline gül mü tutuşturacaksın? Yada
çocukların kötü alışkanlığa alıştırıldığı bir sahneyi yansıtacaksın!
Kötü adamları kötü mekanı yarattın ama çocuğun eline gül veresin ki!
gençler çocuklar bakın sizi kötü alışkanlığa böyle götürürleri
anlatacaksın değimli?
Bu sigara yasağını biz, benim köyüm Gediklide bundan nerede ise beş
yıl önce başlattık. Kahvemizde sigara içirmezken oynadığımız tiyatroda
da sigara sahnesinde sigara kullandık. Televizyonlara bakıyorum
filmlerin üzerinde sigara içilen bölümler mozaikli. Bence bu özentinin
önüne geçmek değil paranoya gibi bir şey. Hadi soruyorum size sigara
içmek filmde özenti ise filmlerdeki hatta ve hatta dizilerdeki o eli
silahlı sahneleri ne yapmalı. Mafya dizileri ne olacak. Bu günlerde
bakıyorum da gençler arasında kendini o mafya dizilerindeki
karakterler ile bire bir özdeşmiş gençlere rastlıyorum.
Tiyatronun çok özel bir mesaj etkisi vardır. Tiyatroda geçen olaylar
izleyen seyircide özenti değil mesaj bırakır. Seyredip çıkan seyirci
yanlışları ve doğruları bire bir görmüştür. Bir filim ve dizi gibi
değildir. Filmin ve dizinin onca şatafatının içinde bazen en can alıcı
mesajları bile kaçıra bilirsin ama tiyatroda bu mesaj mermere kazınmış
gibidir. Günümüzde zaten yok olmaya yüz tutmuş tiyatronun önüne böyle
bide engeller atmayın. Biliyorum ki bir tiyatro oyununun arkasında
sponsorlar yoktur. Öyle büyük bütçeler ile hazırlanmış değillerdir.
Kostüme dekora verilecek paralar bile zor bulunur. Birde cezalar ile
belini bükmeyin.
28
Ocak 2010 |
DEMOKRASİ KALKAN EDİLDİ.
Demokrasi! Bir zamanlar ben kendimce demokrasiyi irdeliyordum aklıma
en kötüsü geldi ama cahil kafam ile ben ne bileceğim dedim. Bir
yerlerinde bazen arıza çıkardığını sezmiştim. Üniversite okumaya
başlayınca ders kitabımın birinde bir söz “demokrasi defolu yönetim”
gözüme ilişti baktım ki Aristo söylemiş. Bakıyorum problem demokraside
değil, demokrasiyi kalkan edinip ilerleye bildiği kadar ilerleme
hayalindeki yöneticilerde problem. Kararlılığımız sayesinde 1999 da
terörist başını yakaladık ve hapsettik. O zaman o kadar büyük bir
darbe vurduk ki teröristlere perişan oldular. Çünkü o zamanın hükümeti
ABD destekli değildi. Türk Milletine güveniyor idi ama ülkemizde ABD
ile yan giden hükümetlerin sonunu bildiğimiz gibi onlarında sonu aynı
olmuştu.
Şimdi iktidarda bulunan partinin ABD’de kurulmasına bakarsak ya da en
barizinden sınır ötesi harekâtını düşünün ABD’den izinler alındı
danışıldı. Türkiye’de iktidarda duracaksan ABD arkanda desteğin
olduğunu görmen gerekir. Hükümet bunun çok iyi farkında ve ABD ne
zaman bir öneri getirdiyse hepsine eksiksiz “evet” dediler. AKP
iktidar olmak için aldığı desteğin bedelini ödeme zamanı geldiğinde,
Millî birlik ve beraberlik ülküsü önünde tabanlarına dinamitler
yerleştirmekten çekinmedi. Şu başta da bahsettiğim demokrasi kalkanını
kullanabildikleri kadar kullandılar. Açılım saçmalıkları ile milleti
dış mihraklarında istediği gibi etnik kutuplaşmaların içine soktu. Bu
açılım saçmalığından yüz bulan terörist başı ve yandaşları her
fırsatta koskocaman Türkiye Devletine dayatmalara cüret edecek konuma
geldiler. Bakıyorum şimdi Türkiye Devletinin milyon dolarlar harcayıp
yaptığı İmralı saray hanesinden gazeteciliğe de başlanmış.
Bu ne iştir devlet olarak Ergenekon isminde hayali terör örgütü lafsı
ile Aydınları, Profesörleri, Gazetecileri, Paşaları hapishaneye at.
Daha kiminin savunmasını bile alma suçları bile kesin değil vatan
haini damgasını vurdular. Bu memleketin evlatlarını katleden birisini
paşalar gibi yaşatacaksın, birde senin cezaevinden dışarıda basılmak
üzere yazılar çıkaracak buna susacaksın. Soruyorum bu ne biçim yargı
tek tarafı keskin bıçak gibi. Türkiye Cumhuriyetinin hapishanelerinde
her mahkum artık gazetelerde fikirlerini beyan edeceklerse oralarda
ıslah olmayacaklarsa hapishanelerin ne anlamı kaldı.
23
Ocak 2010 |
BU YİĞİTLERİN
HESABINI KİM KİMDEN SORACAK
Türk Milletinin ata sözleri o kadar anlamlıdır ki! Okuyup okuyup ders
alası gelir insanın. Af edersiniz ama Eşeğin aklına karpuz kabuğu
getirmek diye bir sözümüz var. Şimdi bu sözü alın bu açılım
saçmalığının üzerine koyun cuk diye oturur.
Türkiye’nin PKK terör sorunu var. Bu güne kadar dış güçler tarafından
desteklenip beslenen PKK tasfiye edilmesi gerektiği gün gibi açık
olunca kürt sorunu adı altında PKK talepleri Türk devletine kabul
ettirilme yolları arandı. Bu işin hamisi ise Tayip Erdoğan’dan başkası
olamaz idi. Kendi çıkarları için bu ülkenin yiğitlerine söz etmeyi
kendine yakıştıran birisi için onları yok saymakta zor olmayacaktı.
Her fırsatta dile getirdim ve getirmeye devam edeceğim. 1999 yılı
itibari ile kimliğini benliğini yitiren bir hiç olan örgüt Erdoğan
sayesinde tekrardan kimlikleşti. Belki dağda üç beş adamı kalmasına
rağmen halâ kendisini bu açılım saçmalıkları yüzünden bir şey
zannetmeye başladı. İmralıdaki, Türk bayrağının altında zamanında
pişmanlık demeçleri verirken şimdilerde zafer kazanmış gibi yol
haritaları çizmeye başladı. Açılımdan bahsedenler geçtiğimiz günlerde
bir şehit anası bir şey dedi. Barış elçisi diye gelenler neden beyaz
bayrak ile gelmediler. Bende soruyorum siz hangi savaşı kazandınız?
Sizin üzerinizde neden PKK savaş elbiseleri ve PKK bayrakları vardı?
Şimdi Tokat Reşadiye’de yedi şehit verdik. Ben oraları ve arazisini
çok iyi bilirim bende bir zamanlar orada askerlik yapar iken Mesudiye,
Üçyolda PKK terörü tarafından arabamız tarandı çok sevdiğim komutanım
ve çok sevdiğim arkadaşlarımı kaybettim. Yan yana yatardık geceleri
nöbet paylaşırdık. Biz o zamanlar Türk milletinin şerefli birer neferi
idik arkamızda Türkiye cumhuriyetinin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı var
idi. Biz o zaman arkadaşlarımızın hesabını sormuştuk. Şimdi bu
yiğitlerin hesabını kim kimden nasıl soracak merak ediyorum.
Başbakanın ve Cumhurbaşkanının koruduğu bir terör örgütünden mi
soracaksınız hesabını?
Hadi açılım yapan Tayip Erdoğan şimdide hesap ver demez mi bu halk
sana?
8 Aralık 2009 |
TERÖRİSTLER
BARIŞ ELÇİSİ, ERGENEKON YOK OLUŞ DESTANI OLUYOR.
Benim aklım o kadar karıştı ki artık bu ülkede o kadar kanun olmasına
rağmen kişiye göre mi kanun demeden kendimi alamıyorum. Örgüt kurmanın
bilindiği üzere bir cezası var. Bu güne kadar bu ülkeye zarar veren
teröristler teslim olmakta ama bakıyorum bu teröristler barış elçisi
imiş.
Türkiye Cumhuriyetinin kesin çözüm amacı ile 1999 da yaptığı
açıklamalar doğrultusunda Suriye elindeki terörist başını teslim etmek
zorunda bırakıldı. Terörist başının teslim edilmesi ile Türk ordusunun
kararlılığı çerçevesinde PKK terörü kendi içinde çözülmelere başladı.
Liderlik kavgaları ve herkesin kendince bir strateji seyretme tutkusu
örgütü yıprattı. Eskisi kadar dağa çıkacak elemen bulmaz oldu.
Türkiye’de sol kesim yıllar önce bitirilince sosyalist deyimler ile
gençler bir oyuna getirildi. PKK yandaşı olmayan yada Kürt bile
olmayan insanlar arasında solculuk zannedilerek destek verenler çıktı.
O gençlerinde neyi desteklemesi gerektiği ve kendi yollarını bulmaları
da PKK terörünün zayıflamasına yetmiş idi. Belki bu gençlerin aklını
başına getiren en etken unsur bir sol partinin lideri olan Başbakanın
döneminde terörist başının yakalanması oldu.
O dönem itibari ile PKK terörü zayıfladı çelimsizleşti. Taaki ABD’nin
Irak’a müdahalesine kadar. ABD Irakta kendi gerisini kollamak amaçlı
PKK ve Peşmergeleri sürekli destekledi. ABD’nin bizim müttefikimiz
gibi görünmesine rağmen sürekli bize karşı elinde kullanacağı bir koz
bulundurmasını bizlerin iyi okuyamaması en başta gelen sorunumuz idi.
Irak’ın işgali ile birlikte orada PKK tekrardan canlanması için
elinden geleni yapan ABD bizlere ise çabuk bilgi adı altında uyuttu.
Bize verilen çabuk bilgiden önce zaten teröristlere daha çabuk bilgi
iletilmiş idi. Oraları biz bombaladığımızda sanıyor musunuz ki orada
terörist vardı? Bizi oyaladı ve bizi masa başına oturtacak kıvama
getireceğine inanıyor idi. Türkiye’de ABD yanlısı bir hükümet var bu
tama ama birde bu ülkenin kırmızı çizgilerine sahip çıkan kesim olduğu
bilinmekte idi. Uydurma bir Ergenekon davası ile bu ülkenin kırmızı
çizgilerine sahip çıkacak olan kesim ise tasfiye edildi. Aslında ne
kadar anlamlı bir dava biliyor musunuz? Hepimizde biliriz Ergenekon bu
Milletin var oluş destanıdır. Şimdi yok oluş destanı yapılarak bir
milleti tarihe gömmeye çalışıyorlar.
19 Ekim 2009 |
OBAMA KURTARICINIZ MI?
Bizi kim kurtaracak? Amerika birleşik devletlerinin başına geçen başkan
neden bizleri bu kadar sevindirdi ben bir türlü anlamış değilim. Sizlerin
bana ezilmiş halktan çıktı ve kimseyi ezmeyecek Amerikanın saldırgan
tutumundan vazgeçecek dediğinizi duyar gibiyim. Ama gel gelelim Amerika’da
bizlerdeki gibi halkın bağrından çıkarda baş bakan olur Cumhur başkanı
olur felsefesi onlarda işlemez. Bu insanlar ayrıcalıklı eğitim almış ne
yapması gereken ve ne yapacağı bilinen insanlardır.
Amerika Buş dönemindeki başarısızlıklarının ve saldırganlığının izlerini
silebilmek için halktan gibi görünen birisine ihtiyacı vardı. Bunun içinde
düğmeye basıldı ve obama görüntüde başkan olarak dünyaya takdim edildi.
Benim halkımın bunun farkında olmasını isterdim ama bir türlü
anlayamadığım benim halkım bunu anlamış gibi görünmüyor. Nerede ise adam
gelince babaları gelmiş kadar sevinenlerimi dersin kendisine baklavalar
açanımı dersin. Nedense benim halkım kendinden kerametli şeylere çok
bayılırlar.
Obama geldi çaktırmadan bizden Ermenilere tavize yöneltti (Biz iki devlet
bir toplumuz ) Diyen Azeri kardeşlerimiz ile aramız resmen açılmış
durumda. Bize bu patlak veren şeyler kapalı kapılar arkasında bizden daha
neler istendi bileniniz var mı peki? Amerika hangi ülkeye gitse bir şey
ister ben bunların bir şey verdiğini hiç görmedim sanırım bunlar Alma
ağacının dibinde doğmuşlar.
Ben
canım vatandaşıma sesleniyorum bizlerin sorunu ne biliyor musunuz? Bizler
üretip kendi ayağımızın üzerinde durmak yerine birilerinden istemeye
birilerine el açmaya alışır olduk. Bu ülke üretsin diye fabrikalar yapıldı
kıtlık savaşlardan çıkıldığı dönemlerde. Ne oldu hepsi satıldı şimdi.
14
Nisan 2009
|
SOSYAL DEVLET
İLE SADAKA TOPLUMUNU KARIŞTIRDILAR
Sosyal devlet deyince hep sol kesim suçlanır idi. Ne imiş öyle herkese
eşit hak mı olurmuş diye. Ama gerçekten sosyal devlet olunsa idi
herkesin belli ölçülerde sağlık, okul vb gibi bir sürü şeyden herkesin
eşit şekilde yararlanması idi. Yani yoksul ile zengin arasında uçurum
olması söz konusu bile edilemez idi. Ne diyor bizim peygamber
efendimiz “komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir.” Bu söz
ile sosyal devlet anlayışı ne kadarda güzel çakışıyor değimli?
Şimdilerde seçim zamanlarında kömür, beyaz eşya, yiyecek içecek
dağıtmayı sosyal devlet olma ile karıştıran sevgili iktidarımız
demiyorlar ki sizleri en sonunda sadaka toplumu yaptık. İstediğimize
de sadaka veririz. Bizden olmayanlar ise sürünsün bir gün olurda
kapımıza boyun bükerler ise belki iki kırıntıda onlara atarız.
Sevgili vatandaşım aslında size haberimiz olmadan neleri
yutturduklarını anlatacağım bir olay var.
Tarım sigortada olan bir değişiklik aslında vatandaşın anasını ağlatır
iken buna kim ve nereye tepki gösterecek bilende yok. Bundan önceki
yıllarda bir tarım sigortalı 4 ayda bir parasını yatırır ise sağlıktan
yararlanır idi. Eğer yatıramaz ise yıl sonunda gider pirim ini yatırır
ileride bir emekliliğim olur acil hastalanır isem diye kendini güvence
altına almaya çalışırlar idi.
Şimdi ise siz çiftçi vatandaşın seçip gönderdiği velileriniz bir kanun
çıkarmış primler her ay ödenecek. Tarım sigortalı demek çiftçi
sigortalı demek yani yılda bir sefer eline para geçer. Benim çiftçi
vatandaşım bu parayı ödeyemez ise cezai işlem yapılıyor. Soruyorum
sizin bu üreten emek veren çiftçi vatandaşa bir gareziniz mi var?
Birde vatandaş pirim ini yatıracak illaki İlde bulunan SSG kurumuna
eline sarı bir deftercik alıp gitmek zorunluluğu var oda bu kadar
bilişim çağında adeta bir ayıp desek yerinde. Bu pirimler pek alada
ilçelerde bulunan yaygın bir banka ile anlaşılarak (ZİRAAT) primlerin
yatması sağlana bilir. 150 km yoldan her ay vatandaş İlin yolunu mu
tutsun? Ayrıca bu o kurumda çalışan memurların koca bir İlin yükünü
çekmek demektir.
Beyler bu böyle gitmez bunun çözümü olmalı ben primimi yatıracağım
diyen vatandaşa zorluk çıkarılmasını manasını hala anlamış değilim. Bu
ülkede prim ödemeden aylık alıp sağlık hizmetinden yararlanan
milyonlarca insan var. Siz vatandaşı hangisine teşvik ettiğinizin
farkında mısınız.
15 Şubat 2009 |
SOSYALİSTLER KALDI MIKİ
Sosyal devlet anlayışını benimseyen aydın kesim yeni yeni meyvelerini
vermeye başlamıştı. Mustafa Kemal Atatürk döneminin çocukları genç
Cumhuriyetin nimetlerinden faydalanarak aydın insan olma yönünde eğitim
almışlardı. Ağaların paşaların yönettiği ülke düzeni değil eşitliğin
sosyal devlet düzeninin uygulanması gerektiğini her fırsatta dile
getirmeye başlamışlardı. O dönemlerde ülkede bulunan belirli kesimin
toprağı arazisi var diğerleri onlara ırgatlık ederdi. Devlete ait
arazileri biraz akıllı geçinen işgüzarlar bir şekilde çevirmiş kendi
üzerine tapulatmış idi. Bunu yanlış bulan aydın kesim toprak reformunun
yapılması gerektiğini öne sürüyorlardı. Toprak reformundan bahseden
aydınlara artık Komünist damgası vurulmuştu.
Bu
dönemlerde Rusyada hüküm sürmekte olan Kominizim Türkiye yede sıçrayacağı
korkusu ile zamanın devlet adamları sosyalistleri artık damgalamaya
başlamışlardı. Artık halkın gözünde Sosyalist dediğin zaman Komünist
anlamı ve Kominizim = Dinsizlik kavramı tamamı ile halka kabul
ettirilmişti. Cumhuriyet kurulmuştu ama hala Cumhuriyet ile sorunları
olanlar vardı. Onu benimseyememişlerdi. Yıkıp yeni düzen kurmak
istiyorlardı. Başaramayacaklarını anlayınca önce Cumhuriyeti kuran Türkiye
Cumhuriyetinin ilk partisini Merkez partisini Halkın partisini dar bir
kesimin partisi yapmak gerekli idi. Tabi bunu da başardılar Halkın partisi
oldu sol parti. Kendisini merkez sağ olarak adlandıranlar ise sürekli bu
günkü rejim karşıtlarının değirmenine su taşıdılar. Rejim karşıtları ise
genç Cumhuriyetin yetiştirdiği aydınların devletin üst kademelerinden
gitmelerini bekliyorlardı.
Gerçekten Sosyalist düzeni savunan aydın kesim onlarımı ne oldu? Halkın
bağımsızlığını özgürlüğünü ve işçilerin haklarını köylünün haklarını
savunanlar ise anarşist ilan edildi. Kimi idam edildi kimi kendine bile
hayrı kalmayacak şekle getirildi. Bu çarkın dişillerinden kurtulanlar ise
faili meçhul cinayetler ile yok edildiler.
Şimdi halka Halkın Merkez Partisini nerede ise aşırı sol bir parti olarak
yutturdular ki! Kendilerinin ne kadar aşır sağa yanaştığını kimse
anlamadı. Yani anlayacağınız bu gün Türkiye Cumhuriyetinde sosyalist ve
solcu kalmadı. Kendini solcu sanan bir sol partinin üyesiyim diyenler ise
Merkez partisinin üyeleri olduklarını da unutmasınlar.
|
BARINMAK VE YAŞAMAKTA YASAK!
Beyşehir Gölü ve çevresi sit alanı ilan etmişler. Bölgenin tek geçim
kaynağı olan hayvancılığı, Ekili alanlarına gübre, ilaç atmayı
yasakladılar. Bununla da yetinmeyip şimdide barınma hakkını ellerinden
aldı. Kardeşim sen burada ev yapamazsın! Benim bildiğim kadarı ile
devlet vatandaşlarının haklarını yasalar ile kendilerine teslim eder.
İki yıl Hukuk dersi aldım bunu bize böyle okuttular ama uygulamada böyle
bu bir çelişki değimli?
Şimdi bir yerleri koruma altına alırsın ama ileriye dönük çıkacak
sorunları da önceden çözersin. Sizin sit alanı ilan edip gittiğiniz
yerin içinde insanlar yaşıyorsa elbette karınlarını doyurmak için
faaliyetlerde bulunacaklar. Yâda siz burada yaşayan insanların geçimini
sağlayacak bir iş alanı gösterirsiniz. Buradan yetkililere sesleniyorum
buradaki insanlarsa aynen sizler gibi evlenip çocuk sahibi oluyorlar
yani çoğalıyorlar.
Benim vatandaşım ev yapacak yasak. Evlendirdiği oğluna ev yapacak yada
yıllarca bu devlete çalışmış elin gurbetlerinde kalmış artık köyüne bir
ev yapıp eş dost ile ömrünün kalanını tamamlayacak yasak. Beyler
Ankara’dan karar almışlar burada yaşayan insanlar tabi onların
umurlarında mı? Tabi bu vatandaş sizlere bir seçimden bir seçime lazım
oluyor. Ayrıcada ekonomiyi ayakta tutmak için beş kuruşa üretir iki
kuruşa satar zararı ziyanı sinesine çeker sizlerin beceriksizliklerini
kapatmaya yarar.
Bizleri yönetmeye çalışanlara sesleniyorum. Siz bu vatandaşa orada ev
yapamazsın iş kuramazsın hatta bu açıkça, bu vatan üzerinde yaşayamazsın
demek olur siz bu yetkiyi kimden alıyorsunuz. Bu milletin elinden bu
vatan üzerinde yaşama hakkını almaya çalışanlar Çanakkale boğazına,
Akdeniz’e döküldüler hatırlatmakta yarar var. Benim Annemin Dedesi bu
vatan üzerinde torunlarım özgürce yaşasın diye gecenin karanlığında su
diye akan kanı içmiş.
Yetkililere sesleniyorum işgalcilerin yapamadığı zulmü bu halka siz
yapmaya başladınız bırakın bu yanlışları. Devletin görevi vatandaşına
zulüm yapmak değil vatandaşının refahını sağlamaktır.
|
TÜRBANI NERE KADAR SAVUNURSUN?
Geçtiğimiz Pazar günü Şarkikaraağaç’ta; Şarkikaraağaç esnafından AKP
taraftarı olduğunu bildiğim bir esnaf ile türban üzerine tartışmaya
başladık. Geçtiğimiz günlerde bu türban tartışmaları alevlendiği sırada
bir televizyon programcımız yine her zamanki olduğu gibi gecenin
ilerleyen saatlerinde iki konuğu ile türban konusuna açıklık getirmek
üzere bir program yaptı. Bende zevkle gece yarılarına kadar bu programı
izledim. Konukları bir tanesi eskiden diyanet işleri başkanlığı yapmış
bir siyasetçi diğeri ise şimdi hala görevinde bulunan din işlerinden en
yetkili birisi idi şimdi tam ismini hatırlayamayacağım.
(Başınızı örtün ) Bunun ne anlama
geldiğini anlatınca benim içim sızladı. Bizlere imamların yada bu din
üzerinden nemalananların anlattığı gibi değil başka bir sadelik dinimi
sevdirecek bir masumluk vardı. Peygamber Efendimiz S.A.V. zamanında
kadınlar ihtiyaç gidermek için boşluğa alana gidiyorlar bunu fırsat
bilen Arap erkekleri kadıları röntgenlerler imiş. Rahatsız olan
kadınlar Peygamber Efendimiz S.A.V. şikayette bulunurlar. Bunun üzerine
Efendimiz S.A.V. erkeklere neden böyle yaptıklarını sorunca biz onları
cariye sandık diye cevap vermişler. Bunun üzerine ahkam ayeti olmayan
bir ayet iner kadınlarınızın başına cariyelerden ayırt edilmesi için bir
örtü atın bu bizim Anadolu kadınının kullandığı yazmada olabilir
şapkada…
Nihayet Ayetin iniş aşamasından yani
vuku bulan olaya bakılırsa bizlere saçının bir teli gözükürse yanarsın,
saçın yılan olur boynuna dolanır gibi saçma sapan sözcükler ile
insanları korkutup insanların korku terminolojisi üzerinden pirim
yapmalarına karşıyım. Burada amaç şerefli kadınlarımız şerefsiz bir tema
gibi gösterip sarıp sarmalayıp evden çıkmayarak toplum dışına itmektir.
Ola ki kadınların hiçbir yeri
gözükmeyecek şekilde örtünmesini isteyen Allah c.c.ise kadınları yer
yüzüne gönderir iken neden çırıl çıplak gönderdi? Bizleri ve evreni
mükemmel bir şekilde yaratırken kadınların üzerine bir zırh geçirmesini
bilemezmiydi? Bırakın efendiler bu gibi safsatalar ile bizleri
dinimizden soğutmayın.
Ben bu kızlarımızın Orta okul, Lise
çağında kimler tarafından başlarının sarılıp sarmalandığını gayet iyi
biliyorum. Ya sizler ! ???
Ben bu bilgilerden haberdar o esnafımız
ile tartışır iken illaki baş örtüsü dinin şartı diye iddia ediyordu. Bu
arada iki Şahıs alış verişe geldi. Esnaf bu konuyu hoca efendilere sor
diye beni onlara yönlendirdi. Bir miktar konuştuktan sonra ben hoca
efendiye şöyle bir soru yönelttim. Benim eşim olsa başı açık dinden
çıkarsınız diyebilirmisiniz? Hoca efendi anında onu diyemem diye bütün
yelkenleri suya bıraktı.
Soruyorum size dinin şartı olup ta yok
bu dinde yok dersen dinden çıkarsın; imansız gidersin, Oruç, Namaz…
Türban dinde yok diyene dinden çıkarsın diyebilen varmı? Ben dinden
çıktığımı kabul edip dinin şartlarından uzaklaşırsam benim günahımı da
yüklenebilecek birisi varsa çıksın. Birde ben dinde olmayan bir şey için
dinden çıktım kabul edilirsem.
|
TELEKOM ÖZELLEŞTİ NE OLDU?
Kậr eden bir kurum neden
özelleşir? Bu soruyu sorduğumuz zaman tabi bazı insanlar kendince
haklı yönlerini ortaya koymak sureti ile bu özelleştirmeyi savuna bilir.
Ama sayın okuyucularım kậr etmeyen bir kurum satılmasında yada
özelleştirilmesinde bir sakınca bulmuyoruz. Bizim Telekom gibi değerli bir
kurumun satılmasını hem maddi yönleri hem konumu itibarı ile zarar etse
bile Devletin elinde kalmasının zorunlu idi.
Sebep derseniz size bunları sırası ile şöyle
açıklayalım. Bir ülkenin haberleşme ağı kesinlikle ve kesinlikle
başkalarının elinde bulunması! Sizin istihbaratınızı yabancılara kendi
elleriniz ile teslim etmenizdir. Biz bu gün diğer gelişmiş ülkelere
baktığımız zaman kendilerinin bir istihbarat servisinin olduğunu hepimiz
bilmekteyiz. Bizim ülkemizin bir ili kadar büyüklükte bulunan İsraillin
inanılmaz bir istihbarat servisi olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Peki biz ne
yapıyoruz biz elimizde bulunan haberleşme ağını dev gibi bir ağı
yabancılara peşkeş çekiyoruz. Soruyorum vatandaşım sana ne değişti. Benim
için cebime başka bir el girdiğini fark ettim. Daha önce cebimden (X)Lira
çıkıyorsa oda bana hizmet olarak dönüyordu. Konuşma süresi, giden para
devletimden bana yine hizmet olarak geri geliyordu belki yol, belki köprü.
En azında cebimde T.C. eli vardı.
Artık birazda Telekomun şimdi vatandaşa ne
yaptığına bakalım. İçinizde biraz iktisat bilenler bilir ve bizim Telekom
da bir tekelci kurumdu. Ama o zamanlar devletin elinde idi fiyatlama
politikası ile vatandaşın canını yakacak bir faaliyet yürütmüyordu. Nemi
değişti? Şimdi tekelci bir şirket oldu. Tekel piyasasında devletin
denetimi kesinlikle gereklidir. Telokom şuan ki pozisyonu ise serbest
piyasada hareket eder gibi görünüp gizli bir tekel durumu mevcut. Elbette
o büyüklükte bir şirketin karşısında başka bir şirket yok ise vatandaşın
seçim alternatifi yok.
Benim vatandaşlar arasında söyleşi yaptığım
insanlar telefonlarını kapatmayı düşündüklerini eve de bir cep telefonu
koymak gerektiği yönünde. Peki Telekom ne diyor bu duruma dersiz? Onlar
ilede bir söyleşim oldu Şarkikaraağaç’ta bir bayiye vatandaşın aşırı
fatura gelmesinden dolayı telefonlarını kapattırma karı aldıklarını cep
telefonunun daha ucuz olduğunu kendileri ile paylaştım. Aldığım cevap
kapatsınlar GÖRÜRÜZ ONLARIN HALLERİNİ. En azından insan yetkililere bir
iletelim der. VATANDAŞIM ÖZELLEŞİNCE NE OLUYORMUŞ GÖRDÜNÜZMÜ?
|
DEVLET VE HÜKÜMET
Hükümet ve Devlet ilk görünüşte
aynı gibi görülse de tamamı ile bir birinde ayrı birer yapı olduğu
unutulmamalıdır. Birisi bir bütünü yani o ülkede yaşayan insanları ve o
ülkenin değerlerini içerirken diğeri seçimler ile belli dönemlerde başa
gelen iktidarları tanımlamaktadır. Devlet hiç bir şekilde vatandaşlarının
bir kısmına ayrıcalık bir kısmına ikinci sınıf gibi davranmaz. Ülke
toprakları üzerinde yaşayan her şahıs aynı derecede haklara sahiptir.
Eğer bir Ülkede polis
Devletin polisi olmak yerine İktidarın polisi olursa, Devlete ait basın
yayın kuruluşları iktidarın basın yayın kuruluşu gibi davranır olaylara
yanlı bakar ise, Devletin kurum ve kuruluşları iktidarın lehine çalışırsa
İktidarın eksik ve hataları vatandaşa çarpık ve yanlı bir şekilde
gösterilecektir. Buda hiç bir şeyden haberi olmayan vatandaşımızı
yanıltacağı kuşkusuzdur. Vatandaş ülkenin durumundaki gidişat konusundan
bir malumatı olmadığı kesindir, ayrıca vatandaşımızın okuma alışkanlığı
olmadı için Ülkede olup bitenden bir haber olduğu kesindir. Birde ulusal
medyamızda yayınlanan tartışma programlarının gecenin (1-2) si gibi
vatandaşın uyuduğu saatlerde yayınlandığını düşünürsek Ülkenin tamamını
satsan vatandaş iyi olmuş diyeceği kesin gözüküyor.
Cumhuriyet ve demokrasi ile
yönetilen bir Ülke olmamıza rağmen hala demokrasiyi benimseyemeyen
guruplar kendi görüşleri dışındaki insanları bir kaşık suda boğma çabası
içindedir. Diğer gelişmiş ülkelere bakıldığı zaman bizdeki gibi sürekli
rejim tartışmaları ve siz biz sorunu yaratıp yoktan yaratılan sorunları
çözmek için çaba harcamıyorlar. Gerçekten sorun olan işsizlik, teknoloji,
uzay bilimi gibi vatandaşının refah düzeyini yükseltmeye uğraşır iken
bizimkiler hala rejim sorununu tartışmakta. Yada asli görevi olan
vatandaşa hizmet götürmek olan İktidar bana oy hesabını sorabildi.
Yıl 2005 yer İktidar partisi
AKP nin Şarkikaraağaç ilçe binası kendilerinden Köyümüzün örnek köy
kapsamına da alınması sebebi ile biraz daha parke taşı istemeye
gittiğimizde aldığımız cevap şu idi! köyünüzden bize KAÇ OY ÇIKTI. Biz bu
ülkenin vatandaşı isek benden iktidar partisine oy çıksa da çıkmasa da
bana hizmet verilmek zorunda.
|
SİZ BÖYLE Mİ GELİŞECEKSİNİZ?
Kalkınmak deyince aklımıza ilk gelen düşünen yada
düşündüren toplum olmak gelmeli aklımıza. Onu nasıl yapacağımıza gelince
bunun en önemli yollarından bir tanesi tiyatrodur. Tiyatro bir salonda
insanları toplayıp onlara şaklabanlık, yalakalık yada onların istediği
şeyleri onlara gösterme değildir. Tiyatro bir amaç dır. Sizi hem
eğlendirir hem düşündürür. Salondan çıktığınız zaman sizde kendinizi
sorgulayıp ters giden bir şeylere ben nereden başlayarak bu yanlışlıklara
tepkimi korumu sizi düşündürür. Sizi kötü insanın hayatına özendirmez onun
yaşantısına heves ettirmez.
İçinizden bizi kötü insanın hayatına özendiren mi
var dediğinizi duyar gibiyim. Evet var. Bu gün TRT haricinde tv
kanallarında kötülerin reklamı yapılmakta dışarıda ki insanlara gençlere
bakıyorum Dizilerde oynayan kötü karakterlerin hayranı olmuşlar.
Kedilerini onların yerine koymuş onlar ile adeta bir bütün olmuşlar.
Ülkenin sorunu olan bir konuyu soruyorum ilerde bu ülkeyi yönetmesi
gereken gencimizin o sorundan ne haberi var nede o konu hakkında bir çözüm
planı. Nasıl olacakta bu gençlere çalışmayı sevdireceksiniz? Nasıl
olacakta bu gençlere düşünmeyi, üretmeyi yada yanlışı görmeyi
öğreteceksiniz?
Bunu da nasıl mı yapacağız başta eğitim gelir
amma bizim çocuklarımıza bu eğitimi veren bazı Öğretmenlerimiz bu eğitimi
almadılar ise bizim çocuklarımıza da vermesi mümkün olmayan bir durum
ortaya çıkıyor. Bir köy gençliği Gedikli Köyü gençliği 2007 yılına bir
tiyatro hazırlıyor. Sayın Kaymakamın daveti üzerine Şarkikaraağaç'a
Atatürk İlköğretim okulunda o gençler bütün özverileri ile oyunlarını
sahnelerken ama ne yazık ki üzülerek söylüyorum sizlerin çocuklarına
eğitim verdiklerini iddia eden Değerli Öğretmenler yoktu. Üstüne üslük
birde elektrikleri kasıtlı kesilerek sansür uygulandı. O okulun değerli
öğretmenlerine soruyorum siz okulunuzda tiyatro dersini işlerken
öğrencilerinize hani bizim okulumuza ücretsiz bir tiyatro geldi ya şu
Gedikli Köyü gençliğinin oynadığı bizde gitmedik odur tiyatromu
diyorsunuz. Bana anlatır mısınız bundan sonra derste tiyatroyu nasıl
anlatacaksınız?
O gençler Şarkikaraağaç'ta oyunlarını
sergilemeye giderken çok fazla bir şeyde ummamışlardı. Gençler tam bir
organize eksikliği ile "ummadıklarını" bulmadılar. Birde laf
gelişmişliğe geldi mi Gedikli yapar bilmem ne diye Gediklileri
kıskanırlar. Gedikliye bu güne kadar Devletin eli hiç uzanmamıştır. Yada
Gediklilerin çok zenginliği değildir. Bu bir kültürdür gurur duyulacak.
Gelişmiş aydın düşünmenin yolu böyle organizasyonlardan geçer. O da senin
yapamadığını Gediklinin başarmasına sebep olur.
|
NEREDE NE KAVGASI
YAPALIM
Biz neyi nerede
yapacağımızı bilmediğimiz gibi televizyon ekranlarının da ne işe
yaradığını öğrenemedik. Bu ekranlardan bu ülkenin sorunlarını tartışalım,
Bu ülke için ne yapsak ne olabiliri tartışalım. Gençlere iş dünyasının
inceliklerinden bahsedelim. Nasıl bir iş kolunda ne şekilde başarılı
olabileceğimizi onlara aktarım. Onları çalışmaya ;Üretmeye özendirelim
.Tüketmeye değil.Ama bu ekranlardan sanki bir Cumhuriyet Mahkemeleri gibi
insanların sorunlarını yargılamayalım. Sütütyolara alınan seyirciler her
biri kendisini yargıçların yerine koyularak bilmedikleri olaylar hakkında
ahkam kesip insanları yargılıyorlar. İnsanların yalan söyleyip
söylemediğini bilmemiz mümkün değildir. Bunu sadece özel eğitimini alan
hakim ve savcılarımızın yapması mümkündür. Zaten doğrusuda bu olmalıdır.
İnsanlar bir sorun yaşadılar ise bunun çözüm noktası Televizyon ekranları
değil mahkemelerdir.
Madem mahkemeler tam olarak çözüm
üretemiyor ise Mahkeme salonlarında özel eğitim görmüş pskoloklar
bulunduralım insanların problemlerini tam olarak çözüp gönderelim. Daha
sonradan insanlar Televizyon ekranlarından bir birlerine ağır hakaretler’
de içeren sözler ile Televizyon başındaki insanların gözleri önünde
kavgalar ettirilmesin. Bununla program sunucuları biz bunları çözdük.
Hayır efendim siz bir şeyler falan çözdüğünüz yok. Kendinizce dertli
gördüğünüz insanları programlarınız aracılığı ile kavga ettirip
programlarınız izlenme oranını artırarak kendi işinizi garantileme çabası
içindesiniz. Ha problem çözdüğünüzü iddia ediyorsunuz sizin bu problemi
olduğunu savunduğunuz insanların sorunlarından daha fazla sorun yaşayan
insan Anadolu’da bulunmakta ama Anadolu insanı çıkıp ta insanların gözü
önünde kavga etmez.
Buradan soruyorum Aileden sorumlu bir
tane Devlet bakanımız bulunmakta Allah aşkına siz ne işle uğraşıyorsunuz.
Ben bu güne kadar Aileden sorumlu devlet bakanı şunu yaptı diye bir şey
duymadım. Bu Televizyon programcıları insanların problemini çözme bahanesi
ile insanları kavga ettirir iken siz neredesiniz? İnsanların çözülecek
problemleri var ise insanları tüm Türkiye’ye teşhir ederek değil ; İllerde
İlçelerde kurulacak bir uzlaştırma kurulu tarafından bu iş daha kolaylıkla
halledile bilir. Sizleri bu konuda iş başına davet ediyorum . Artık
ekranlardan insanların kavgalarını dinlemek istemiyorum.
Tüm Türkiye önünde
insanların haysiyetlerini hiçe sayarak çözüm bahanesi ile kavga arenaları
kuranlar size sesleniyorum. Anadolu’da bu insanların o kadar sorunları
vaki birilerinin buna parmak basması gerekmekte. Eğer gerçekten güzel bir
şeyler yapmak istiyorsanız bu sorunları ekranlara getirin. İnsanların Aile
kavgaları bırakın özel yaşam denilen evlerinde olsun. Bu ülkenin ekonomisi
düzelirse zaten o kavgalarda kendiliğinden yok olacak.
|
ANA SAYFA
|