ANA SAYFA       HABERLER     TOPLUM ve AİLE SAĞLIĞI     EĞLENCE      KÖŞE YAZILARI     EDİTÖRÜN KALEMİ         ŞİFALI BİTKİLER  

EDİTÖRÜN KALEMİ

                  

 

 KALEMİM HALKI YAZSIN.   

Mehmet GARİP Köşe Yazılarım

 TEL: 05426994031            

 E-posta: mehmet.garip@hotmail.com - mehmetgarip3@aof.anadolu.edu.tr 

TRAFİKTE NEDEN KAZA YAPIYORUZ?

Trafikte hız yapmak tehlikelidir. Hızımız aniden önümüze bir şey çıktığında duramayacak şekilde ise elbette ya gidip çarparsınız ya sağa sola kaçar savrulursunuz. Beklide burada önemle üzerinde durmamız gereken şudur. Hızla giden bir arabayı nasıl durduracağımız üzerine eğitimimizin olmamasıdır. Bize ehliyetlerimiz verilirken aldığımız eğitimde şu kadar km hızın üzerine çıkmayın.

Ehliyet alırken araba kullanırız belirli bir hızın üzerine çıkmadan bazen bu trafikte bir aracın seyretmesi gereken hızın altında bir hızda direksiyon eğitimi alırız. Direksiyon sınavında ise belirli bir yol vardır orada yavaş yavaş gider gelir ehliyetimizi alırız. Diyelim ki bir aracı sollarken yada bir şekilde hız yaptı ani bir terslik olduğu an ne yapması gerektiğini bileniniz var mı? Bence yok çünkü bu aracın nasıl hareket edeceğini nasıl ve ne kadar surete ulaşacağını öğrendin, fakat bunu her şekilde her zaman nasıl durduracağın konusunda bir bilgin yok. Bilgin olmadığı için panikleyip yapılması gerekenleri atlıyor kaçınılmaz son. Peki gerçek bir çarpışma tertip edilip orada ne yapması gereken öğretilse kaza anında soğuk kanlılıkla o aracı durdurmayı başarması muhtemel değimli?

Peki kazaların tamamını hıza bağlarız da bu gerçektende böyle mi? Bende bir arabam oluncaya kadar öyle zannederdim. Bir araç ile trafiğe çıkınca başkaca kaza sebeplerini öğrenmiş oldum. Direksiyon ile oynayıp ben çok iyi kullanırım diye yolun sağına soluna geçenler, olmadık yerlerde el freni çekenler, virajlara ben şu kadar hızla girerimi iddia edenler tez konusu olmaktalar.

 Bir gün eski model bir araç üç şeritli bir yolda en sol şeritten ilerliyor ve sağa sinyal yakıyor arkasından yetişen bizler bu araç önümüze atlayacak mı sorusunu sorarken o yolda yavaşlayamazsın arkandan kum gibi araç gelmekte sağından geçiyoruz. Eğer bir belediye otobüsü durakta duruyor ve siz onu yarıya kadar geçtiğiniz an hareket ettiyse durun burnu ile sizi sıkıştıracaktır önünüze kırmaktan kaçınmazlar. Birde işgal ettiği şeridin hızını bilmeyenler var. İkinci şeritte bilmem kaç km hızla gitmeniz gerekiyor düştünüz önünüzde giden aracın peşine sizi geçerlerken içlerinden bari öbür şeride geç dediklerini duyar gibi oluyorsunuz.

Kavşağa yaklaştınız kırmızı ışık yandı herkes rast gele durmuş. Sola dönecek olan araç direk gidecek gibi sizin önünüzde durmakta ama direk gidecek olan araç en sola çıkmış ilerliyorsunuz sola dönmesi gereken aracın önünü kesiyor kavşakta duruyorsunuz. Yada sol kavşağa dönmesi gerekecek şekilde kavşağa giren araç kavşak sonrası tek şeride düşmeye başlayan yolda sizin şeritte sizi sıkıştırmaya başlıyor. İki şeritli bir yolda gidiyorsunuz önünüzde giden araç yokuş çıkarken kesiliyor sizin hızınızın altında nerede ise durma noktasına geliyorsunuz bir müsait yerde geçmeyi denersin bu sefer yol vermez.

Peki şeridi görmeyenlere ne demeli? Geriden gelirsiniz önünüzde gider takur tukur bir araç şeridinden gitse problem yok, geçmeye geçemezsiniz yolu ortalamış gidiyor. Hızınız o yolda gitmeniz gereken kadardır ama önünüzde giden duracak kadar hızda gitmektedir durdun durdun duramadın arkasından varıp vurdun.

Birde arabada bulunan ışıkları kullanmayanlar elektrikten mi tasarruf ediyor? Akşam olmuştur artık herkes ışıklarını yakmış gitmeye başlamıştır hâlâ ışıklarını yakmamakta inat edip trafikte görülmeyi sağlamaktan uzak durmaktadır. Sinyaller mi? Sinyal vermek bu kadar zor mu acaba onlar için? Kimi hiç sinyal vermez kimi ise önünde belli bir hızla giderken ani bir hareket sinyali verdiği ile o yapacağını yaptığı bir olur.

Peki ışıklandırmalar ne durumda? Kimi ışıklandırmalar o kadar kördür ki bazen geriden görmek marifet ister. Ağaç dalları arasında görünmeyenler. Işıklandırmada anlamadığım otomobil sürüyorsan ışığı görmek için gök yüzüne bakar gibi bakman gerekiyor.

Trafiğe araba kullanarak çıktığım günlerde o kadar çok terslikler fark ediyordum ki sanki bu gün ben onları görmez oldum. Ehliyet alırken öğrendiğim trafik kurallarına uymayanları görünce deli oluyor direksiyon başında fıttırma noktasına geliyordum. Şimdi ise hislerim törpülenip ortalama bir Türk şoförü olma noktasına mı gidiyorum.  

11 Ocak 2013

  GELİN BU AKARYAKITI DÜŞÜRELİM BAKIN NELER DEĞİŞECEK?

Ülkemizde akaryakıt fiyatları pahalı olunca benimde gözüm nerede ise her gün akaryakıt fiyatlarında. Dün gece (21 Eylül) akaryakıt fiyatlarına baktığımda biraz olsun indirim olduğunu görünce çok mutlu olmuştum. Ertesi gün sosyal medyada bir sitenin paylaşımı gözüme takılınca haberi merak ettim ve haber beni adeta şok etti.  

Maliye Bakanlığı bütçe hedefinde sapma nedeni ile 3 kalemde vergi artışına gittiğini öğrendim. Akaryakıt, Tapu harçları, Alkollü içkiler ve 1600 CC’nin altındaki araçların Özel Tüketim Vergisi’nin artırıldığı belirtilmekte idi. Geçtiğimiz zaman içerisinde daha küçük silindirli araçlara binmemizi teşvik etmek için daha küçük silindirli araçlara binin diyen Sayın Başbakan değil miydi? Peki özellikle 1600 CC ‘nin altındaki araçlara getirilen bu Özel Tüketim Vergisi artırımı neyin nesi?

Bilindiği üzere ülkemiz dünyada en pahalı akaryakıt kullanan ülkeler arasında. Bu yeni Özel Tüketim Vergisi artışı ile bu sıralamada sanırım hiçbir şeyde yerleşemediğimiz 1. sırayı almış olmalıyız. Bu günlerde Balyoz davasının açıklanması sonrası herkesin oraya yoğunlaştığı bir anda, ÖTV artışına gidilmesi beklide kimseden tepki almamak için en uygun zaman olarak görülmüş olabilir mi?

Akaryakıt fiyatlarındaki artış ülkemizde zor şartlarda çiftçilik yapan üreticimiz başta olmak üzere üreticiyi vurmakta. Taşımacılığın önemli bir kısmı kara yolu ile yapıldığı için pahalı sevkıyatlar taşınan ürüne yansıtılmakta ve üretici ile tüketici arasında devasa bir uçurum oluşmakta. Pahalı akaryakıt nedeni ile özel yada şehirler arası seyahat ücretleri can yakıcı olduğu için insanlar seyahat etmekten artık uzak durmakta. Daha fazla seyahat sonrası oluşabilecek ekonomik canlılık resmen baltalanmakta. İnsanların yeni yerlere gidip yeni işler takip edebilmesi ulaşım pahalılığı yüzünden ortadan kalkmakta.

Beklide en önemli nokta akaryakıt pahalı olduğu için trafikte herkes bir an önce işini bitirip arabasının kontağını kapatmak istemesi bizi trafik canavarı yapıyor olabilir mi? Aslında trafiğe çıktığımızda hepte acele bir yere yetişmek için koşturmuyoruz. Aracımızın çalıştığı her anın bizim cebimizdeki parayı çok fazla yediği için tedirgin olmakta önce ben oraya ulaşayım psikolojisi içinde acele ediyoruz olabilir mi? Ekonomisi iyi olanlar için bu geçerli bir şey değil olabilir ama cebinde az bir para ile yola çıkan benim yoksul vatandaşım bunu düşünmek zorunda.

Gelin bu akaryakıt fiyatlarını düşürün üretimden tüketime bir artış olacağına inanıyorum. Üretici ile tüketici arasındaki uçurum beklide ortadan kalkacak üretim ile tüketim bir karşılık bulacak. Mutlu üreticiniz mutlu tüketiciniz olsun istemez misiniz? Ulaşım daha ucuza daha çok olacak insanlar yeni yerler görüp yeni işler yada yeni mutluluklar bulacak. Beklide en önemlisi trafikte bir birimize yol vermesini bir birimize saygılı şoförler olmasını az beklemekten ne çıkar belki 0,00000001 kuruş yakar deyip sabırlı şoförler olacağız.

22 Eylül 2012

 

YENİ ANAYASA %91,3 GEÇMEZSE YOK HÜKMÜNDE OLMALIDIR.

Bizde ilk Anayasa Osmanlı devleti döneminde 1808 yılında Sened-i İttifak ilk adımıdır. Her ne kadar ilk adım atılsa da Anayasalaşmada  ilerleyememişiz her defasında sekteye uğramadan edememiş. Osmanlı devleti yıkılıp yerine yeni bir devlet kurma aşamasında, Milli mücadele döneminde  20 Ocak 1921 de Teşkilat-ı Esasiye kabul edildi. 1876 Anayasası henüz ilga edilmediği için 24 maddelik kısa bir metin olarak kaleme alındı.

29 Ekim 1923 de cumhuriyetin ilanı ile yeni bir devlet kurulmuş ve yeni bir Anayasa yapma hakkına sahip bir Millet Meclisine sahipti. Meclise seçilip gelen Millet vekilleri partilerin Millet vekilleri değil halkın ilini kendini temsil için gönderdiği millet vekilleri idi. Halk adına da Anayasa yapmaya hakkı vardı. 1924 Anayasası bu şartlar altında yapılmıştı.

            1960 Yılında darbe olunca 1924 Anayasası ortadan kaldırılmış oldu. Artık yeni bir Anayasa yapıp halk oylamasına sunulması gerekiyordu. 1961 Anayasasının beklide en ilgi çekici yönünden biri Hukukun üstünlüğünün kurulması için Anayasa mahkemesinin kurulması denilse yeridir. Yalpan yasaların Hukuk kurallarına uygun olup olmadığını denetleyecek bir merci ye  ihtiyaç vardı. 1961 Anayasası ortadan kaldırılmış bir Anayasanın yerine geçerken %61,7 halk oylaması sonucu ile kabul edilmiştir.

Yıl 1980 gösterdiği zaman yine bir darbe ile demokrasi sekteye uğramış ve bir önceki Anayasa ortadan kaldırılmıştır. Yeni bir anayasa yapılmalıydı, fakat bu Millete özgürlükleri tıraşlanmış ve daha sert bir Anayasa yapıldı. O dönemde darbeye alkış tutanların etkileri ilemi bilinmez ne hikmet ise bu Anayasaya Halk % 91.3 ile destek vermiştir.

Bu günlerde T.B.M.M yeni bir Anayasa yapmak için kolları sıvadılar. Konu bir Anayasa olunca benim için hangi partinin ajandasında ne var kim neyi dayatacağı değil. O komisyonda bulunan tüm partilerin tüm konularda mutabık çıkması şart. Şu anda yürürlükte bulunan 1982 Anayasası bir darbe ile ortadan kaldırılmadığına göre % 91.3 Halk oylamasını kesinlikle geçmek zorundalar. Benim görüşüm açısınca 1982 Anayasası Halk oylaması sonucunu geçemeyen bir Anayasa Yok hükmünde olmalıdır ve o meclisinde meşruluğu tartışılır duruma düşmesi gündemde olmalıdır. Derhal erken seçim yapılmalıdır.

13 Mayıs 2012

AŞK TESADÜF MÜ? ŞİDDET NEYİN GERÇEĞİ?


          Bir sosyal paylaşım sitesinden bana gönderilen bir etkinlik daveti benim bu yazıyı yazmama sebep oldu. Aşk tesadüfleri sever mi?

          Aşk zaten bir tesadüften ibarettir. Her gün gördüğüne değil bir anda gördüğüne aşık olursun. Tabi diyeceksiniz ki yıllardır gördüğüm bir arkadaşıma aşık olamaz mıyım? Aşk bir anda gördüğün birisine karşı hissettiklerini açmak, karşı tarafında kabul etmesi ile gelişti ise zaten o kişiyi bir tesadüfle gördüğün için bir tesadüften ibarettir. Yada yıllardır aynı çevrede yetiştiğiniz bir kız yada erkek arkadaşın bir anda farklı bir yönünü tesadüfen keşfetmenizin altında yatar aşk.

        Birde ne bir anda tesadüften karşılaşmaya nede tesadüfen bir yönünü keşfetmeye dayanmayan tamamen hesaplar ile kurulan bir birliktelik vardır. Tüm planlar maddiyata dayanmaktadır. Sonu evlilik ile biten bu birlikteliklerde en ufak maddi sendelemede evlilikler çatırdamaya başladığı oluyor. Beklide günümüz kültürlü okumuş ailelerde görülen şiddeti buna bağlamak mümkün. Bir aşk ve sevgi birlikteliği olmadığı için her an bir birine bir üstünlük kurma telaşı içinde yaşayan aile fertleri bir gün şiddetin ucundan yapışıveriyor.

        Flört dönemlerinde yalan üzerinde kurulmuş birliktelikler ise bir gün gerçekler ortaya çıktığı an ne huzur kalıyor ne mutluluk. Hem cinslerimin bir çoğu flört döneminde o kadar kendilerinden uzak bir insan sergiliyor ki bir gün kendilerinde döndüklerinde hanımların ilk hayal kırıklığı o olsa gerek. Hanımların zaafı ise olmasını istediklerine inanması. Karşı tarafın fütursuzca verdiği tüm vaatleri ve sözleri doğru kabul etmeleri oluyor.

        Karşılıklı iki tarafın yanlışlıkları üzerine bina edilen hataların sonu şiddetle bitmekte. Yanlış ve hataları anlıyorum da! şiddet nesi bunun? Hem cinslerime buradan sesleniyorum. Eşlerinize şiddet uyguladığınızda ne hissediyorsunuz? Kendinizi daha mı güçlü hissediyorsunuz? Eğer gerçekten güçlü iseniz sorununuzu çözme yolunu neden denemiyorsunuz?

         Gözü yaşlı Analarımızın şiddete uğramış Bacılarımızın mutsuzluk içinde Eşlerimizin olmamasını umduğum bir sevgililer günü dilerim.



12 Şubat 2012

 

TEKNOLOJİDEN GEÇTİK. DOKTOR HEMŞİREDEMİ! YETİŞTİREMİYORUZ?

Bir ülke düşünün yeni harpten çıkmıştır ülkede eğitimli insan telef olmuştur dışarıdan eğitimli personel getirirsin anlarım. Bir ülke düşünün genç nesil azdır. Yeterince eğitimli iş gücü yoktur ve başka ülkelerden eğitimli insan getirirsin anlarım. Bir ülke düşünün Doktor, Hemşire ve İmam yetiştirecek okulları yoktur bu seferde neden bu okullarınız yok diye sorgularım.

Yurt dışından doktorların gelip Türkiye’de çalışa bilmesinin önü açıldı. Sebebini bir türlü  anlayamadım. Acaba benim ülkemin gençleri Tıp fakültesinde okumuyor mu diye düşündüm. Ama benim bir çok akrabamın Tıp fakültesinde okuyor olması bu sorumun çok basitçe verilere rakamlara gitmeden cevabı oluyordu. Peki yurt dışından hemşire getirme konusu ne diye merak edeniniz odlumu? Ben merak ettim. Hemşire yetiştirmek için hemşirelik eğitimi veren Liseler var. Liseyi okurken bir taraftan staj yapmak sureti ile gerçekten meslek alanında iyi eğitim verdiğimize inandığım eğitim kurumlarımız mevcut. Üniversitelerimizde ayrıca hemşire ve ebe eğitimi veren fakültelerimiz mevcut. Peki bu okullardan mezun olan herkesi işe aldık mı? Yine bu sorumu rakamları ve verileri kullanmadan basitçe ifade edeceğim. Hemşirelik okumuş bir tanıdığım atanamadığı için özel bir şirkette kendine yer bulabilmişti. Benim devletim üniversitesini okuttuğu bir tanıdığımı ancak sözleşmeli olarak alabilmiş. Şu anda hemşireliğin  Lisesi  ve Üniversitesini  okumakta olan bir çok tanıdığım var peki onlar mezun olduğu zaman onları ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Geçtiğimiz günlerde Güney doğuda imam ihtiyacı için devletin eğitim vermediği molla tabir edilen insanları imam olarak atayacaklarını ifade ettiler. Peki soruyorum bu ülkede İmam hatip Lisesi mezunu ve İlahiyat fakültesi mezunlarını ne yapmayı düşünüyorsunuz? Hepsini atadınız da benim mi haberim yok diye düşündüm. Ben çok sayıda atanamamış imam adayı olduğunu biliyorum.

Bizim bu ülkenin evlatlarına bir garezimiz mi var?  Neden alanında eğitim almış insanları iş başına getirmemek için elimizden geleni yapmaktayız? Siz bir alanda eğitim almış ve o alanda iş sahibi olamayan insanların hayattan koparılmışlığına şahit oldunuz mu? Onların psikolojilerinin bozulup kutu kutu sakinleştiriciler ile yaşadığından haberiniz var mı? 

 

Saygıdeğer yetkililerim lütfen kıymayın benim ülkemin güzel gençlerine. Bu gençler yarın siz yaşlandığınızda sizleri yönetecek olanlar.

16 Aralık 2011

BAŞKA IRKA DÖNMEM! NE MUTLU TÜRKÜM.


        Bu günlerde bir bakan ne hikmet ise kendi alanı ile ilgili bir açıklama yapmak yerinde milleti bir şeye dönüştürmek ile ilgili oldu. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek gazetelere verdiği bir demeçte Arap soyumuza dönmeliyiz diye bir açıklamada bulunmuş. Soruyorum sizlere bu ne anlama geliyor?

         Bir Maliye bakanının yapması gereken işler maliye politikaları hazırlamak, hazırlanmasında yardımcı olmak ve maliye politikalarının uygulanmasını takip etmektir. Yani gelir kaynağı bulmak, gelir toplamak, Devlet bütçesini yapmak ve harcamalar için gerekli bütçe ödeneklerini sağlamak gibi uzayıp giden görevleri vardır. Gelir kaynağı aramak yerine vatandaşa ayarlama, güncelleme gibi terimler ile geliri vatandaşın cebine el atmakta bulan hükümet maliye bakanını uğraşısız bırakmış. Maliye bakanı ise Türk milletinin ırkını değiştirmeye soyunmuş olduğu görülüyor olsa gerek. Bu topraklara Türk milleti resmen yerleşeli nerede ise bin yılı geçmiştir. Daha önce gelmeleri tam olarak daha önceki kavimlerin kimler ile ilgisi olduğu bilinmediği için biz en bildik tarihi göz önüne alarak konuşmaktayız. Bu topraklara Arap kavminin ayak bastığını hiçbir kaynakta görmedik. Bu topraklar üzerinde Türkleştirdiğimiz Arap kavmi olsun. Türkler asırlarca haçlı ordusunun önüne set çekerek Arap kavmini koruması altına almak sureti ile değil onları Türkleştirmek onların varlığına katkıda bulunmuştur.

         Ben hiç bir zaman Arap olmadım. Soyumun bin yıllarca zaman asil Türk olmasından gurur duyuyorum. Hiç bir zamanda soyum olan Türklüğü bırakıp başka başka milletlere dönmeyi düşünmüyorum. Tüm ırklara saygı duyarken. Başka ırklar ile kardeşçe yaşamayı fakat ırkımı yok etmek yada başka ırklara dönüştürmek isteyenlerin karşısındayım. NE MUTLU TÜRKÜM.
 

2 Kasım 2011

PROTESTOCU ÖĞRENCİ Mİ! TERÖRİST Mİ TEHLİKELİ?

Uzun süredir polislerin öğrenciler ile teröristlere veya terörist sempatizanlarına davranış şeklini takip ediyordum. Her defasında beni çileden çıkaracak olguyu gördükçe anlam veremiyorum. Kendimce düşünüyorum acaba bu demokratik hakkını kullanıp protesto eden bir öğrenci gurubu eline molotof kokteyl taş silah almış bir terörist veya sempatizanından daha mı tehlikeli diye. Bunun böyle olmadığını en cahil insana sorsanız yine size cevabı en net şekilde verecektir.  

Bu gün haberleri izlerken yine öyle bir görüntü takıldı ki gözüme artık benim çileden çıktığım an oldu. Bir öğrenci gurubu bir siyasiyi protesto ettiği için polis onları göz altına alırken bir kız öğrencinin saçından tutup sürüklediğini gördüm. Her dile getirildiğinde demokrasinin eskisinden daha iyi olduğundan dem vurulurken, hâlâ üç beş tane öğrencinin protestosunu trajediye dönüştürmelerine anlam veremiyorum. Ülkemizin batı kesiminde emniyet güçleri bazı şeyleri o kadar abartıyor ki  onu da gerçekten anlayabilmiş değilim. Doğuda vatandaşlarımız kaçırılıyor çözüm bulamayan  emniyet güçleri batıda üç tane çocuğa mı gücü yetiyor diye sormadan edemiyorum.  

Askerliğimi jandarma olarak yapmıştım ve 45 gün silah eğitimi aldıktan sonra acemiliğim bitene kadar bana vatandaşa nasıl davranmam gerektiği anlatılmıştı. Hatta tiyatro gibi akşama kadar nasıl davranmamız gerektiği tatbikatı yaptırılmıştı. Etkisiz hale getirme teknikleri öğretilmiş hiçbir vatandaşın saçından tutup sürüklemeyi öğretmemişlerdi.  

Okuduğum Üniversitenin bana verdiği hukuk derslerinde kolluk kuvvetlerinin vatandaşı darp eder sürükler diye bir kanuna rast gelmedim.

Emniyet yetkililerine soruyorum toplumsal olaylarda göz altına almak için  vatandaşa nasıl davranılması gerektiğini anlatmıyor musunuz.? Eğitim verilirken önce karşınızdakinin insan olduğunu unutmaması gerektiğini öğretmiyor musunuz?

29 Eylül 2011

TÜBİTAK ÖĞRENCİYE SEN DAHİ OLMAZSIN DEDİ.

TÜBİTAK bu yıl bir yarışma yapıyor. Orta öğretim (Lise) öğrencileri arası araştırma yarışması. Buraya kadar her şey normal. Gençlerimizi proje araştırmaya teşvik etmek için mükemmel bir girişim olduğunu hepimiz taktir ederiz.

 

Peki sorun nerede diyeceksiniz? On sekiz yaşındaki İstanbul erkek Lisesi öğrencisi Barış Paksoy’un projesine aldığı yanıt hepimizi şoke edecek cinsten. Yirmi yedi ocakta “Ramanujan Asalların Genelleştirilmesi” isimli projesine TÜBİTAK İstanbul bölge sorumlusu Prof. Dr. Ulvi  Avcıata projeniz seviye üstü çalışma diye reddetti. Projenin kendisine ait olduğunu kanıtlamak için jüri önünde savunma yapmak isteyen Barış Paksoy’a bu imkanda verilmedi. Bu güne kadar devam ede geldiği gibi hâlâ bir buluş yapanı cezalandırma anlayışımız devam etmekte. En son hatırımda kalan hedefi kendi tespit edip vuran bir silah yaptı diye bir vatandaşımızı karakola götürüp sorguya çekmiştik akıbetini de  bilmiyorum. Beklide hapse atmışızdır. Bir milletin gelişe bilmesi için gerekli olan süper beyinlere sahip çıkmak olduğunu hâlâ kavrayamadık mı yoksa kendi kendimize bir garezimiz mi  anlamadım gitti. Bir çok süper zekalı insanımız başka ülkelere çekip gitti. Başak milletlerin gelişimine katkı sağlayıp onların bir parçası olurken, sanki marifetmiş gibi onunla gurur duymayı da elden bırakmıyoruz.

 

Soruyoruz TÜBİTAK’a projeyi reddettiniz, 18 yaşındaki dahi olacak bir gencimizin psikolojik durumuna darbe vurdunuz. Kendisini savunması için size sunum yapmak istemesine neden olumsuz cevap verdiniz? Son olarak ta Ankara 15. idare mahkemesinin projenin neden reddedildiğine dair savunma istemesi üzerine neden savunma yapmadınız? Kendi kararınız ile meydana getirdiğiniz hukuksuzluğu mahkemenin kararı ile hak sahibine iade edilmesine neden engel oluyorsunuz?

26 Temmuz 2011

YOKSULA YARDIM YADA AİLE SİGORTASI.

Benim kafam o kadar karıştı ki yoksul vatandaşa yardım yapılsın mı? Yapılmasın mı? Bundan bir iki yıl önce idi bir vatandaş ile yardım konusunu tartışıyordum. Ben insanlara yardım yapılmasına pek sıcak bakmıyordum. O ise kendisinin mensubu olduğu partinin devletin kasasındaki paraların ihalesiz bir şekilde gıda paketlerine dönüşmesine ve yoksul vatandaşlara dağıtılmasının ateşli bir savunucusu idi.

Yoksul olana para verdin mi çalışmaz gider evinde yatar argümanı elbette geçerli bir  argüman olabilir yada yanılıyoruz olabiliriz. Hükümetin şu anda yardım adı altında dağıttığı kömür yada gıda yardımının dağıtılış şekli ve dağıtılan kişileri göz önüne alınca olacaksa bu bir kanuna kurala göre yapılmasını onaylamadan edemiyorsunuz. Kemal Kılıçtaroğlu çıkıp Aile sigortası yapacağız dediği zaman tabi ki eleştirdim bu ne şimdi dedim. Daha sonra 1971 yılında ülkemizin uluslar arası sözleşmelerde bulunan 8 sigorta dalından biri olan Aile sigortasına imza attığımızı fakat bu güne kadar yerine getirmediğimizi öğrenince cehaletimden utandım. Aklıma bir anda ülkemizde bulunmakta olan çok miktarda yoksul vatandaş geldi ve Avrupa İnsan Haklarına gidip dava açsalar kazansalar ülkemizin kendi vatandaşına ödemesi gereken tazminatı düşünmek bile istemedim.  

Bu güne kadar yapılmakta olan gıda ve kömür yardımlarının dağıtılış şekli meydanda. Bir vatandaş bir diğerine akıl veriyor bu yardımı alabilmek için falan yere gideceksin orada falanca var ben fakirlik yardımı istiyorum diyeceksin onlar sana soracaklar oy kullanacak mısın evet de  hangi partiye vereceksin derlerse falan parti  de kaç kişisiniz derse şu kadar kişi de peki başkalarını bize oy vermeye ikna edebilir misin evet edebildiğim kadar edeyim en son olarak ta yardımı vermek için incelemeye gelecekleri gün haberin olsun evde ne var yok kaybet yoksul ol. Devlet vatandaşı nitelikli dolandırıcımı yapmış ne? Ben Cumhuriyet savcısı değilim araştıramam gazeteciyim dillendiririm. Biliyorsunuz artık araştırmacı gazetecilik suç. Bu tür konuları araştırmak hukuka aykırı bir durum mevcut ise soruşturmasını yapmak Cumhuriyet savcılarına düşmekte.

Sanıyorsunuz ki beni yoksula yardım karşıtı biri. Hayır efendim olur mu bizim zekatlık malımız olduğu zaman malımızın zekat nisabı kadarını dinimizin emri üzere veririz vermekten de mutluluk duyarız. Ama bizim dinimiz yoksula yardım ederken teşhir et demiyor. Cami hoparlörlerinden isimleri okunup teşhir edin demiyor. Yada veriğin yardımı bir şarta bağla hiç demiyor. Ben sana zekatımı vereceğim ama sen benim istediğimi yapacaksın bu bizim dinimizin gereği değil.

Şu anda bir çok parti yoksula yardım ediyoruz yada edeceğiz diyor. Şu andaki sistem şarta bağlı adamı olana verilen bir sistem. Eğer öyle değilse gerçekten ihtiyacı olan alması gereken kişiler tanıyorum neden almıyorlar? Hilal kart yine yoksulu teşhire sebep verecek, mahalle bakkalından alış veriş yaparken oradaki komşusu görecek utanacak. Nereye kadar nasıl verilip nasıl kesilmesi gerektiği konusunda bir fikir yok. Aile sigortası ise bizim uluslar arası sözleşmelerde imza attığımız kanunu hukuku  olan bir uygulama olacak. Yoksulu önce güvence altına alıp bir adım ilerisi onu iş sahibi ederek Aile sigortasında çıkarmak.

Keşke tüm partiler madem yoksuldan oy kapmanın peşinde uluslar arası sözleşmelerde imza attığınız yoksulluğu yok etmenin Aile sigortasının versiyonlarını geliştirselerdi. Kim gelirse gelsin doğru çözüm gelmiş olurdu.  

5 Mayıs 2011

SORULAR ŞİFRELİ! ÖĞRENCİLER Mİ SUÇLU?

Ülkemizde üniversitede öğrenci okutabilmek için öğrenci seçme sınavları yapılmakta ve yapıla geldi. Her gelen kafasına estiği gibi sistem değiştirdi, gelen gideni fazlası ile arattı. Ama hâlâ şu bizim sınav sistemi ve eğitim bir yere oturamadı.

Uzun zamandır hiçbir öğretmenin kırsal kesimde görev yapmak istememesi ülkemizin eğitim sistemine vurulan büyük bir darbe oldu. Kadrolu öğretmenleri devlet kırsal kesime tayin edemiyor yeni atama yolu ile gönderdikleri de bir yolunu bulup merkezin yolunu tutuyor.  Kırsal kesime ancak ücretli öğretmen yada sözleşmeli öğretmen göndermek sureti ile çözüm bulma yönüne gitti. Üç kuruş verilerek çalıştırdığı öğretmenler ise öğrencilerine üç kuruşluk eğitim verdi. Gerekirse yılın ortasında öğrencilerini bırakıp gedebilmesi eğitimin hiçbir yerine sığmıyor ama devletin o öğretmenlere verdiği değer kadar o öğretmenlerde öğrencilerine değer vermekteler. Artık eğitimde ben öğretmek zorundayım değil ben anlatırım ister öğrensin ister öğrenmesin devri başladı.

Buda beraberinde üniversite kazanacaksan dershaneye gideceksin mantığını doğurdu. Devlet tarafından herkese eşit şekilde verilmeyen eğitim paralı hale döndü ve büyük rantlar dönmeye başladı. Eğitim rantçıları bununla da yetinmediler elbette. Daha fazla kazanmalılardı sorulara bir şekilde ulaşan dershaneler oldu demek ki. Bir öğrenci velisi “kızımı falanca dershaneye göndereceğim” neden diye sorduğumda “orada soruların cevapları dağıtılıyormuş” diye cevap vermişti. Elimde belgesi bilmem neyi olmadığına göre bu güne kadarda yazmadım. Bir vatandaş iddiasıdır ama vatandaş bir şey diyorsa doğruluk payı olması da muhtemeldir. Hepimizin de bildiği KPSS skandalı vatandaş iddiasını adeta doğruladı. Son olarak ta 2011 YGS’de şifre olduğu bomba gibi düştü gündemimize. Günlerdir bu konuda tartışmalar olmakta. Sokağa çıkıp demokratik hakkını kullanarak şifreli sınavı protesto eden öğrenciler tartaklanıyor. Sınavda şifrenin yok olduğunu kanıtlayarak vatandaşları tatmin etmek ile yükümlü yetkililer kendilerinin tatmin olduklarını açıklıyorlar.

Sınavlarda öğrencilere organize suç örgütü muamelesi yapıp kolyesine küpesine kadar soyanlar, soruların cevaplarını başkalarına servis etmeden o öğrencinin masasına koymasını beceremediler.

 10 Nisan 2011

  ANTALYA TER TEMİZ AMA TOPLU TAŞIMA FELÇ.

           Ömrüm boyunca Antalya merkezi günü birlik geçişimden yada bir iki gün kalmış olmam sebebi ile tam olarak ne gezme fırsatım nede Antalya’da ne var ne yoku görme fırsatım olmamıştı. Geçen ay biraz iş seyahati biraz gezmek maksatlı Antalya’da on gün kadar kalma fırsatım oldu. İş görüşmelerimin dışında kalan zamanı Antalya’yı köşe bucak gezmek ile geçirdim.

           Bu güne kadar basında Antalya falezlerin sürekli birilerinin kayadan uçtuğu yer olarak tanımıştım. Antalya’nın tarihinde gelen geçen belediye başkanları hangileri yapmışlar ise o kadar güzel düzenlemeler yapmışlar. O kayaları resmen imbik imbik işlemişler ve yer yer kayalardan insanları denize kadar ulaşmasını sağlamışlar. Denizi seyretmek için geniş platformlar yapmışlar. Yani sizin anlayacağınız insanı falezlerden uçurmaya yetip te artacak kadar güzel buldum. Kale içi mahallesi olarak geçen yeri gezdiğim zaman ise tertemiz tarihi yapıları korunmuş evlere rastladım. Restorasyonu mükemmel yapılmış tarih kokan bir yer olarak buldum. Her yerde tarihi yansıtan ve ilginç heykeller görmemek ise elde değil. Yat limanının içindeki çarpık yapılaşma o tarihi duvarları engellemiş ki oda gözümü tırmalamadan edemedi. Peki Antalya sokaklarının temizliği ne alemde dersiniz? Nasıl başarmışlar ise halkımı bilinçlidir yoksa belediyemi başarılıdır o kadar temiz buldum. Park düzenlemeleri ile iş stresinden boğulan vatandaşı rahatlatmayı görev bilmişler ve başarmışlar. Parklarda denizi seyrederek çayını yudumlayan insanlarımı sorarsın yürüyüş yapanlarımı?

        Gel gelelim Antalya gibi turizm şehrine yakıştıramadığım bir çok şeyde yok değil. Önce gözüme budak gibi giren toplu taşıma sistemi oldu. Belediye bu işin bir kısmını şirketlere vermiş. Onlar ise çok para kazana bilmek için kaptı kaçtı gibi bir şekilde yolcu taşımaktalar. Yolcu indirilip bindirilecek durak mantığı diye bir şey görmedim. El kaldırıyorlar akan trafiğin içinde durup yolcu indirip bindirebiliyorlar. Şuraya gidecek araç şu saatte şu durakta olur diye bir sistem yok. Şoförler ise günlük hayatta giydikleri elbise ile çalışmakta. Gidin Isparta’daki şoförlere bir bakın takım elbise ile çalışırlar. Dünyanın her yerinden ziyaret edilen bir şehrin şoförleri de takım elbise giymesi gerekmez mi?

        Gelelim zarar etmekte olan ve vatandaşında isyan ettiği tramvaya. Onunda ne taşıdığını ve kaç vatandaş bindiğini anlamış değilim boş boş, otobüslerle birlikte aynı güzergahtan ağır ağır gidip gigip gelmekte. Antalya gibi turizm şehrine tramvay değil Antalya’dan Alanya’ya kadar uzanan metro olmalıydı. Antalya’nın içinin metro ağı yolcuyu dışa gidecek durakta bırakır oradan gelen ise döngüsünü tamamlayarak vatandaşa ve ülkemize gelen turistlere ulaşım rahatlığı verip ve belediyede bu işten kâr etmeliydi.  

       Birde musluktan akan suya bakalımmı? Antalya’nın bir çok yerinde alt yapının yani kanalizasyon sisteminin olmadığını öğrendim. Yani yer altına kazılan kuyulara bırakılıyor atık su. Musluktan akan su ise yer altından çekilmekteymiş. Döngüyü isterseniz bir düşünün? Peki bu nasıl çözülmeliydi. Manavgat ırmağı ne güne duruyor? İsraillilere mi verdiniz yada verecek miydiniz? O suyu getirecek olursanız Antalya ile birlikte güzergah üzerindeki tüm yerleşim yerleri de ter temiz suya kavuşmuş olur.

       Bu güzel turizm kenti bizim dünyanın her yerinden gelen insanlar ile paylaştığımız ve bizim onlara biz buyuz dediğimiz bir kent. Göze takılan aksaklıklar giderilmesini arzuluyoruz.

6 Mart 2011

ARAPLAR BİZİ! MODEL GÖRÜYOR.

Arap dünyasında biz Türklerin değeri son zamanlarda arttığını görüyoruz. Peki bunun sebebi ne diye düşündüğümüzde bazıları Başbakanın çıkışları olduğunu sanmakta. Daha objektif bir bakış açısı ile bakalım. Birinci dünya savaşı ile baş eğdirilen bir ülke vardı. Birde yüz yıllarca kendilerine hükmetmiş bir ülke o zaman İngilizlerin oyununa geldiler ve bizden kurtulduklarına Bayram ettiler. Geçen zaman içinde sömürgeci devletler kendilerini sömürünce halk artık Osmanlıyı aramaya başladı. Yıllar önce oraya Türkiye’den gidenler tarafından anlatılırdı, kendilerine ne kadar hürmet edildiği ve kedileri sanki kurtarıcı gibi görüldüğünü.  

Kurtuluş savaşı ile Dünyayı dize getiren bir ulus Türk ulusu Arap ulusunun gözünde elbette yücelmiştir. Neden mi kedileri bir zamanlar o ulusun bir parçalarıydı. Sömürgeden kurtulan halk ise demokrasiyi görme şansı olamadı. Petrol zengini şeyhlerin kulelerine aşağıdan bakmakla yetindiler. Belki de o zamanlar Müslüman halkın böyle yaşaması gerektiğini zannediyorlardı. Onlara demokrasi yada haklar bizde olduğu gibi buket edilip sunulmadı. Kulun kulu olaya devam etiler. Baktılar ki bir zamanlar kedilerini yöneten Türkler kulun kulu olmaktan kurtulmuş Allah’ın  kulu Vatanın bireyi olmuşlar. Türk dizilerinin bir çoğunun oralarda hayranlıkla seyredildiğini bilmekteyiz. Bunu seyreden halk Müslüman Türk halkının yaşam biçimine gıpta ile baktıkları biliyoruz. Kendilerini kimin yöneteceğini hâlâ halkın kendisinin karar vermediğine bakarsak haklı olduklarını anlayacağız. Beklide hepsinin içinde bir Irak modeli demokrasi beklentisi vardı. Gördüler ki o da Irak’a demokrasi değil felaket getirdi. Irak’ı nerede ise cehenneme çevirdiler. Bu günlerde yirmi yıllık hükümeti deviren bir Arap ülkesi olduğunu görmüşsünüzdür. Artık Arap haklıda kendi demokrasilerini arayacağa benziyor. Model sanırım Türkiye devleti.

Bizi yönetenlerde bu gerçekleri görmüyor olsa gerek bizi Arap toplumunun yaşam biçimine dönüştürmeye çalışıyorlar. Sanıyorlar ki Arap toplumu bizi kendilerine benzediğimiz için bize değer veriyor. Hayır onlar bizi model alıyorlar. Kaldı ki  bizim modele ihtiyacımız yok doğru dürüst yönetilmeye ihtiyacımız var.

 16 Ocak 2011

PARA OLMADAN KPSS SONUÇ'U DA YOK.

              Bilindiği üzere geçtiğimiz aylarda KPSS sınavı yapıldı. Yapılırken de kopya çektirmeyeceğiz tedbiri adı altında vatandaşlara bin bir işkence yaşatıldı. Daha öncede dile getirdiğim gibi cebimizdeki paramıza varasıya çöpe attırıp sorun olmuştu. Şimdi değineceğim nokta ise devletin polisinin çöpe attırdığı para olmadan bu seferde sınavın sonucunu vermiyorlar.

             Dün akşam şifresi olmayan vatandaşın sınavının sonucunu öğrenme şansının olmadığını öğrendim. Bu sorun ile karşılaşan vatandaşlar baş vuru yaparken kendilerine verilen bir şifreyi kapıp Internet başlarına koşmasına rağmen bakabilmek ne mümkün? Bu gün sabah  bir okulun öğrenci işlerine biraz takıldığım zaman ÖSYM adına  şifre verilmekte olduğunu gördüm. Sanki bir ticaret hane gibi şifre satılıyor. Burada okunun bu işten bir çıkarının olmadığını sanıyorum. Oradan çıktım postanede işin vardı postaneye gittim. Bir genç’e KPSS sonucunu öğrenmek için şifre alamsı gerektiğini onu da postaneden alacaksın denilmiş. Posta hanedeki görevli ise gencin e-Devlet şifresi istediğini zannederek o birime yönlendirirken müdahale ettim ve ÖSYM başvuru merkezi olan bir okula gitmesi gerektiğini anlatıp yönlendirdim. ÖSYM bundan önceki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ile giren herkesin sınav sonucunu vermekteydi. İşlem yapılmasını gerektiren yani üzerinde değişiklik yapılması gereken işlemler için şifren ile giriş yada ÖSYM merkezlerine giderek işlem yapılıyordu. Peki şimdi ne değişti?

             Sınava giren vatandaş sayısını göz önüne alırsak birde her birinden şifre için alınan ücreti hesaplar isek ortaya devasa bir para çıkmakta. Buradan da devlet işsiz gençlerin ceplerindeki cay parasına da göz diktikleri anlaşılmakta. Vatandaşa verilen eziyeti ve şifre almak için vermek zorunda olduğu parayı doğru bulmuyorum.

30 Aralık 2010

KPSS'DE YAZI TURA İLE KOPYA ÖNLENDİ.

           Eskiden okumuş insan az olduğu için fakülte bitirmek yada herhangi bir lise bitirmek memur olabilme kriterlerinden birisiydi. Okumuş genç nesil’in çığ gibi yetişmeye başlaması ile her okumuşun memur edilemeyeceği anlaşıldı.  Yıl 1999 idi o zamanın devlet adamları o kadar güzel bir şey düşündüler ki devlete memur almak için bir kriter lazımdı. Yani herkesi eşit ölçüde ölçüp değerlendirip ihtiyaç ölçüsünde puanına göre memur atamaları yapılmaya başlandı. Bu sistem ile hem adam kayırmanın torpilin önü alınmış olacak hem de neye göre memur alınması gerektiği açıklık kazandı.

           Bu uygulama ile uzun zamandır devlete memur ataması yapılmakta. Türkiye Cumhuriyetinin Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi artık her şeyi seçme ve ayıklama merkezi oldu. Buna rağmen yıllarca hiçbir şaibe olmadan güvenilir bir biçimde sınav yapan ÖSYM bu yıl tam bir rezalete imza atmasını başardı. Devlet sorular hazırlanırken sınavını yapacağı vatandaşın önüne gelinceye kadar alamadığı güvenliği sınav yapacağı okulun kapısına diktiği iki tane polis ile aldık görüntüsü vermeye çalışıyor. Okumakta olduğum Üniversite bitmemiş olduğu için bu yılda Lise düzeyinde KPSS’ye girdim. Sınava girmeden önce arabasının anahtarı alınmayanı , sigarası ile içeri alınmayanına şahit oldum. Hatta bir arkadaşım boynunda unuttuğu kolyesini, defineciler gibi okulun bahçesine gömüp sınav çıkışında kazarak bir definecilik deneyim ide yaşamış oldu. Alınan tüm önlemleri anladım. Ama anlayamadığım bir şey vardı o da dolmuş paramı ödedikten sonra cüzdanımda oluşan bir avuç demir paraydı. Polis bunlar ile giremezsin at gel dedi. Benim cebimdeki parayı çöpe attırmaya zorlamak Türk parasına hakaret suçuna girmiyor mu? O parayı bir yerlere bırakmaya çalışırken şahsımın rencide olduğunu hiç sayıya katmıyorum.

            Sınavlardan günlerce öncesinden sınav soruları birilerine servis edilmedi mi? Günler öncesinden gelen soruları bir şeylere yazarak içeriye sokmayacakları kesin değil mi? Peki Devlet olarak siz neyin önlemini aldınız? KPSS sınavında demir para ile yazı tura artarak kopya çekmemizi mi önlediniz?

4 Aralık 2010

BEDELLİ ASKERLİK.

            Bir zamanlar bize bu ülkeyi canları pahasına emanet edenler canlarını ortaya koyarken bir an bile düşünmediler. Bu gün geldiğimiz duruma bakınca gerçekten utanılacak durumlar mevcut olduğu görüyoruz. Bir Tv programında tartışmaları izlerken birileri askere gitmemek için bir oluşum içinde olduğunu açık açık gündeme getirmekle birlikte halkı askerlikten soğutma konusunda suç işlediklerini düşünüyorum.

Onlara göre askerlik yapmak fakir vatandaşın evlatları içinmiş. Zaten bu güne kadar zengin çocuklarının Hakkari’nin, Ordunun yada Şırnağın dağında askerlik yaparken görmedik. Ama bu gün gelinen nokta benim hiç içimi açan nitelikte değil. Dünyada paralı askerlik olan yer vardır ama her milletin asker anlayışı farklıdır. Türk Ulusunda askerlik yüce bir mertebedir, çünkü Türk Ulusu asker Ulustur. Analar asker doğurur yetmedi savaş meydanında kendisi asker olur. Askere gitmek istemiyorum diyen beyler tarihi biraz karıştırsın asker analarımıza rastlarlar. Türkiye dünyanın en stratejik yerinde olduğunu ilk okuldaki çocuklarımıza anlatırız sanırım bundan ders alamayanlar var. Binlerce yıldır bu topraklarda yabancıların hep gözü oldu her defasında kahraman Türk askeri zindan etti onlara bu toprakları. Hani sonuncu zindan edilişin acısını hâlâ unutamadılar. Sizin anlayacağınız paralı güvenlik kuvveti ile korunamayacak kadar değerli bir toprak üzerinde duruyoruz. Millî duygular ile parasal duygular eşit değildir. Vatan için ölüme koşacak çok insan bulabilirim ama para için ölüme gidecek insan olduğunu zannedeniniz var mı? Kendisinin eğitimli iş gücü  olduğu gerekçesi ile gitmek istemeyenler bu ülkede şimdi sokaklar bomboş Üniversite mezunu insanla dolu korkmayın sizin yerinizi dolduracak çok sayıda cevhere sahibiz. Özellikle Üniversite bitirmiş sizlerden yer kalmayınca evde koca bekleyen kızlarımız sizin yerinizi dolduracak kadar yeteneğe sahiptir. Birde zengin yada okumuş beylerin fakir yada okuyamamış vatandaşımı hakir görmesini hazmedemiyorum. Siz ne kadar insansanız onlarda o kadar insan. Vatan borcu sizin cebinizdeki para ile ödenecek kadar ucuz değildir. Vatan borcu canını ortaya koyarak ödenir.

Anladım teknoloji gelişti bu teknolojik teçhizatı kullanacak profösyöneler olmalı. Şuanda profosyönellik gerektiren alanlarda zaten profösyonel personel görev yapıyor. Askere giden her genç barış ortamında savaş tekniklerini öğrenir. Sizin teknolojik dediğiniz teçhizatı savaş anında o gençler ihtiyaç oldukça geri çağrılarak onlar kullanacaktır. Görünen ordunun dışında bir o kadardan kat kat fazla hazır ordumuz vardır. Bunun profosyöl askerdi bilmem neydi diye yok edilmeye çalışmak bu vatana ihanettir.

14 Kasım 2010

TÜRKİYE’DE KADER! ŞİLİ’DE TEDBİR

Günlerdir bu yıl içerisinde meydana gelen maden kazaları üzerine bir yazı yazmayı düşündüm. Fakat birkaç gün beklemeyi uygun buldum. Duygularımın aşırı yoğunlaşmış olduğu anda değil bu konu üzerine gerçekçi düşünmek istedim. Türkiye’de olan maden kazaları ve Şili’de olan maden kazalarını basından seyrederken ne kadar şanslı bir millet şu Şilililer deşmiştim, ama yanıldığımı Şilili maden kazazedelerin nasıl kurtulduğunu  anladığımda ülkem adına utandım.

Türkiye’de maden kazaları olduğunda bizim devletimizin nice en yetkilileri açıklamalar yaptılar. Hatta bizim Başbakanımız Türkiye’de ilk defamı grizu patlaması oluyor acite etmeyin bunlar kader demiş işin içinden çıkmıştı. Şili’de de devlet Başkanı’nın açıklaması ise bu maden asla açılmayacak, kazaya neden olan koşullar cezasız kalmayacak demekle insana ve vatandaşına verdiği önemi gözler önüne serdi. Şilili kazazedelerin kurtulmasına sebep olan aslında şansları değilmiş. Oradaki madende kaçış tünelleri yapılmış onlarda havalandırma ile yer yüzüne bağlantıları kurulmuş yani yerin altında bir yaşam alanı oluşturulmuş. Bizde ise kader alanı oluşturulmuş. Tabi kader alanları maden emekçilerinin ölmesinin asla önüne geçmedi.

Yöneticilerimiz  yada yöneticilerimizden çıkarı olanlar sürekli ülkemizin geliştiğinden bahsediyor. Elbetteki ülkemizin gelişmesini canı gönülden istiyoruz ama sözde yada kağıt üzerinde değil. Başka milletler için çocuk oyuncağı olan konularda biz sınıfta kalınca utanıyorum. Felaket anlayışımız Türkiye’de kader! Şili’de tedbir olmamalı.

18 Ekim 2010

ARTIK İSTİSMAR ANAYASA'MI?

          Türk halkı olarak istismar edilmek kaderimiz midir ne? Birde bu siyasi partilerin istismar araştırma ve geliştirme merkezlerimi vardır bilemiyorum. Bir zamanlar istismar edilecek en önemli konu Din idi. Dini istismar eden her parti her seferinde hezimete uğradı. CHP iktidarı 1949’da ilk okullara din dersi koydu fakat yıkıldı. Demokrat partinin 1957’de ki Saidi Nursi ile yakınlaşması kendilerini kurtarmadı. Süleyman Demirel’in 1960’da ki Tarikatçılar ile yakınlaşması hezimete uğrattı. Yine Haç seferleri düzenleyen ANAP’mı aynı sonla karşılaştı. Halk hiçbir zaman dinin istismar edilmesine sıcak bakmadı. Artık Türk siyaseti Dinden nemalaşamayacağını anlamışa benziyor.

            Şimdi istismara en yatkın ve tutanını Anayasa olduğunu açıkça görmekteyiz. 1961 Anayasasına bize bol dediler 1980 ise bize dar dediler. 1980 Anayasasının bir çok maddesi 57. Hükümet döneminde mecliste bulunan partilerin uzlaşması ile değiştirildi. O dönemlerde ne halk bir biri ile çatıştırıldı nede partiler bir biri ile çatıştı. İki bin birden sonraki mecliste yine din istismar edilmek istenmişti ama anlaşıldı ki Anayasa istismara daha yatkın bir konuydu. Her defasında uzlaşmaya dönük olmayan Anayasa çalışmaları ve zorlamaları darbe mağduru Solcular ve darbe mağduru Milliyetçiler arasında itibar mı buldu bilinmez ama onların ruhunu okşamaya yetide artı sanırım. Bu günkü geldiğimiz noktada Üniversiteler ise bu konuda ne açıklama yapıyor nede bu konunun nasıl yapılması gerektiğine dair bir öneride bulunuyor. Sözde onların makamı İlim ve Bilim üretilen yer olmasına rağmen konunun ehli olmayan seçilmişlere bırakılıyor. Seçilmişler ise kendi koltukları için gelecek seferde yine koltuğu garanti altına almak için  biz Halkı bir birine düşman etmeyi hiç gözlerin kırpmadan yapıyorlar.

           Başta da değindim Partilerin istismar araştırma ve geliştirme merkezlerimi var demiştim. Keşke bu partilerin işsizlik araştırama geliştirme merkezleri olsaydı. Bu ülkenin işsizlerinden söz edilseydi. Gerçek sorunlarımız konuşulsa çözülseydi. Bu ülkenin akil adamlarına, İlim ve Bilim üreten ve üretmesi gerekenlere sesleniyorum. Bu Anayasayı siz hazırlayın meclise gönderin biz Haklıda istismar Anayasasına mahkum etmeyin. Vatandaşı oy uğruna bir birine düşman etmekten kurtarın.

25 Eylül 2010

REFERANDUMDA NE ÇIKAR?

Sevgili okurlarım referandum ne demektir hepimiz az çok biliriz ama günümüzde biraz işlevini başka anlamda yapmaya başladı gibi geliyor. Ülkenin yürümeyen! işlerin zora girdiği anlarda bir spekülasyon olay ortaya çıkıyor gündemde önemli olay gündem dışı kalıyor. Bu güne kadar elli yedinci hükümetin programlarını devam ettire gelen elli sekizinci, elli dokuzuncu ve altmışıncı hükümete gelene kadar devam ettirdiler. Altmışıncı hükümet ise genel seçimlere bir buçuk sene kala IMF ile programa son vererek şov yapıldı gibi geldi. Nasıl olsa öylede böylede genel seçime kadar kendilerini taşıyacak bir şeyler bulunacaktı.

İşte tam burada imdatlarına bir uzlaşısız anayasacık ve arkasında referandum gündem geldi. Soruyorum sizlere amaç gerçekten vatandaşa hizmet, onlara daha iyi bir anayasa çıkarmak olsa idi üniversitelerde evlatlarınızı teslim etmekte tereddüt etmediğiniz hukuk profesörlerini iş başına çağırmak olmaz mıydı? Evlatlarınızı emanet ettiğiniz profesörlere bu ülkenin yönetiminde söz vermekten neden korkuyorsunuz? Peki vatandaşa soruyorsunuz neyi? 26 soruya bir cevap EVET / HAYIR’ı.  Bir çok vatandaşa gidin sorun bakalım neye cevap vereceğini biliyorlar mı? Vatandaşın bir çoğu akşam evine bir dilim ekmek götürebilmek ile meşgul, bazı kesim gibi tuzu kuru değil. Meydanlardan hanginiz ne kadar kandıra bildi ise o kadar sizin isteğinize onay veren vatandaş çıkacak.

Şimdi işin içine birde İmralı ve PKK karıştı onlar evet diyorlarmış. PKK bir otoritemidir de bu ülkede görüş bildiriyor? Uluslar arası anlaşmalarda terör örgütü olarak mercek altına da alındığını biliyordum. Nereden bileceğim benim Güneydoğudaki vatandaşımı tehdit etmeyeceklerini. Bu güne kadar boykot diyen BDP evete yaklaşır gibi bir tavırlar aldı. Acaba bu işin arka planında gizli bir anlaşmalar olma ihtimali var mı? 

Saygıdeğer vatandaşım artık meydanların tadı da iyice kaçmaya başladı. Herkes bir birine hakaret ediyor. Yani senin oyunu alabilmek için bir birlerini yiyorlar. Hatta bir çok yerde siz sivil vatandaşları azarlandıklarını görüyorum ve içim eziliyor. Kendiniz bu paketten anlamıyorsanız bir hukukçuya bir sorun ona göre kullanın oyunuzu.

18 Ağustos 2010

BİLİNMEYEN DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ.

Bu günlerde yine teröristler azıttıkça azıttı. Hatta işi bir adım ileri götürmeye çalıştığı ise gün gibi ortada. Yani ileri derken hiç Kürt asılı Türk vatandaşının bile olmadığı alanlarda eylem yapmaya başladılar. Peki bunun anlamı ne diyecek olursak? Kendilerinin daha fazla alana hakim olduklarını gösterme çabalarıdır.

Bizim Ankara’dan İstanbul’dan yazan basınımız ise bu olayların iç yüzlerini asla ve asla ya bilmiyor yada yazamıyor. Teröristlerin eylemleri eylem yapılan bölgenin vatandaşını ise itam altında bırakıyor. Görüldüğü gibi Hatay bunu hazmedemedi ve ayaklandı. Peki sizler teröristlerin yapacağı etkinliği bertaraf etme şansı olmayanlara ne diyeceksiniz? Geçtiğimiz günlerde bir festivalde tanıdığım ismini zikretmem kendisi için güvenlik sorunu alabilecek bir Doğu Anadolu yiğidi öyle şeyler anlattı ki! Bir derneğin bünyesi altında ellinin üzerinde köyü olan bir dernek başkanı düşünün. Onun bölgesinde yapılacak olan BDP şöleni kendisini aşırı derecede rahatsız etmekte. Kendisine sizin bölgenizde o şölene gidecek vatandaş var mı peki diye bir soru yönelttiğimde BDP başka yerlerden taşıyıp getireceğini öğrendik. Yani geçtiğimiz günlerde bir yazımda yaygaracılar dediğim, teröristlerin destekçilerini BDP orada tahsis edecek. Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu aslında size yansıtılan gibi değil sizlere yansıyan yaygaracıların yaptıkları. Peki bilmediğiniz gerçekleri yansıtmayanlara ne diyeceksiniz? Kendisi Kürtçe konuşmasına rağmen Türkmen olanları biliyor musunuz?

Bunca Terör eylemi arasında PKK ile mücadele eden paşaları tutuklayanlara tutuklamak isteyenlere ne demeli? Cebinden yakıt parası koyup o gün Türkiye’nin şerefini kurtaran paşaya bu gün terörist diyeceksin. Sizin yaptığınız resmen askerin asli görevini yapmayı engellemek değil de ne peki? Teröristler üzerine alacağı bir karar yüzünden ilerde yargılanma korkusu mu yaratıyorsunuz? Otuza yakın görevli paşayı tutuklamak istiyorsunuz yani onların eşsiz bilgilerini hapsederek meydanı PKK yamı bırakmak istiyorsunuz?  

Sayın Bakan Altay Amanosların temizlenmesini istiyor. Peki temizlemesini istediğiniz askerin yanında mısınız?

28 Temmuz 2010

KİMİN ANAYASASI?

Anayasamızda bu günlerde bir değişiklik yapılacak Türkiye Büyük Millet Meclisinde kendileri anlaşamayanlar siz halktan yardım istemeye geliyorlar değimli? Halkın sorunlarına eğilen bir paket olmamasına rağmen biz halka soruyorlar.

Şöyle bir irdeleme yaparsak vatandaş olarak bana lazım olan bir yasa falan çıkaran var mı diye ben göremiyorum. Gözüme bir cümle takıldı Darbe yapan Kenan Evrenleri yargılayacaklarmış. Peki şimdi sizin elinizi tutan neydi? neden yargılamıyorsunuz? Olmayan hayali darbe palanlarını yargılayan sizler değimlisiniz? Vatandaşa lazım olan yasalardan mı bahsedeyim? Askeriyede çalışan memurlar yasanın bir ayrımı nedeni ile SGK sisteminde dahil değil gibi bir durum nedeni ile hâlâ TC numarası ile hastaneden muayene olamıyor. Sevkler ile bir sürü sıkıntılı durumla uğraşıyor nerede düzenleme? Sit alanı diye bir şey duyanınız olmuştur sanırım. Her önüne gelen yeri masa başından sit alanı ilan etmişler vatandaşın başı feci şekilde sıkıntıda  düzenleme yapan yok. Lakin zenginler ordusundan birinin bir projesi varsa orada yasa falan yok sayılıyor. Geçtiğimiz yıllarda birinci derecede sit alanı olan bir turizm beldemizde buna kendi gözlerimle şahit olmuştum. Aslında örneklerimizin sayısını artırabiliriz ama sizleri sıkmak istemiyorum.

Sonuç olarak bakarsak vatandaşın sorunlarını çözen bir Anayasa değişikliği falan olmadığı apaçık ortada değil mi? Bu günlerin gözdesi olan demokrasi söylemlerine kanmayın derim. Her önüne gelen her yaptığını demokrasi adına yaptığını iddia ediyor. Sanırım demokraside kendini suçlu hissetmeye başladı. Her taşın altından demokrasi çıkıyor.

  16 Temmuz 2010

GÜNAH KEÇİNİZ GENEL KURMAY MI?

İki binli yılların başında PKK terör örgütü perişan olmuştu hatırlayanınız var mı? Peki ne odluda yeniden hortladı? Yine PKK terörünün hortlamasında birilerinin koltuk hesabı bulunmakta olduğunu düşünüyorum. Bizim siyasileriz oy uğruna yanlış üzerine yanlış yapmaktan çekinmedikleri için, olmadı başka bir yöntemi deneriz düşüncesi bize çok şey kaybettirmeye devam ediyor.

Bölge halkının yaygaracılarının oyunu alabilmek uğruna perişan olmuş terör örgütü ile mücadele bırakıldı. Yine açılım hikayeleri ile terör örgütü PKK ile masaya oturma planlarına girişilmedi mi? Ulusalcı Vatan evlatları ayaklanmasa tepkilerini koymasa PKK terör örgütü ile anlaşmaya gidilecekti. Bu uğurda Haburda seyyar mahkemeler kurulup aklamalar yapılmadı mı? Başta yaygaracılar dediğime dikkat edeniniz odlumu bilmiyorum. Özenle seçtiğim o kelime Güney doğu gerçeğini yansıtan bir kelimedir aslında. Güney doğu halkının tamamı PKK terör örgütünü desteklemiyor. Destekleyenler benim başta belirttiğim yaygaracılar. AKP hükümeti ise yaygaracılar ile anlaşıp oy potansiyelini artırma  planlarını yaparken planları ters tepti. Yaygaracılar ile aralarına husumet girince herkes kendi yolunu tuttu.

Yakın bir zaman içinde o kadar şehit verdik ki kanıksadık mı nedir hiç kimseden bir tepki gelmiyor. Gazzeye yardım gemisi için yaygara kopartmıştık sokaklara dökülmüş protestolar yapmıştık. Gel gelelim bizler için canını veren yiğitlerimize desteği çok görmeye mi başladık? Buda belli bir kesimin askerimizi yıpratma politikasının başarısı mıdır yoksa? Bakıyorum bu gün TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin bu şehitlerin hesabını Genel kurmaya kesmeye çalışmakta. PKK terör örgütünü kucağına çeken onunla el sıkışan bir hükümetin ferdinin bunu yapmaya hakkı var mı? İki binli yılların modası mı? her şeyin günah keçisi, Genel kurmay yada Asker.

19 Haziran 2010

YARDIM GEMİSİ DÜNYANIN GÖZÜNE PARMAK SOKTU.

          Gazzeye yardım gemisi dünyanın gözüne parmak soktu. İsrailin Filistinli sivillere yıllar yılıdır sürdürdüğü zulmü İHH sivil toplum örgütü dünyaya duyurmayı başardı gibi görüyorum. Dünyanın hangi köşesinde bir karışıklık olsa ABD ve Avrupa ülkeleri orada bitme konusunda üstlerine yoktur. Olmayan bir silahı bahane edip Irak’a girmediler mi?  Irak’ın sosyo kültürel mozaiğini kendilerince şekillendirmediler mi? Söz konusu İsrail olunca dünyanın hiçbir ülkesi bu konuda kılını kıpırdatmıyor. Hatta ve hatta kan bağlarının olduğunu düşündüğümüz Arap dünyası bile bu işe göz yummakta geri kalmadıklarını görürsünüzdür.

           Bugünkü noktaya gelince İsrail yine her zamanki vahşetini uygulamaktan geri kalmadı. İçinde askeri bir mühimmat olmayan sivil toplum gemilerine saldırmayı ihmal etmedi. Hiçbir askeri otoritenin sivil toplum örgütüne saldırma yetkisine sahip olduğunu düşünmüyorum. Ama engelleme yapılması maruz görülebilecekken İsrailin vahşet uygulaması düşünülecek bir şey değil. Aslında İsrail bir nevi kendi ayağına ateş etti. Tüm dünya kamuoyunu kendi karşısına alacak uygulamaya baş vurdu.

           Burada biz Türk halkına önemli bir rol düşmekte. Bu güne kadar İsrail Filistin meselesi hep bir din çatışması gibi görüldüğü için destek bulmakta zorlanılmaktaydı. Şimdi ise dünya vatandaşları bu konuya ilgi duymuşken biz yeniden tekbir sesleri ile diğer destek veren ülkelerden ayrışmanın bir işe yarayacağını zannetmiyorum. Burada o kadar akıllı bir politika izlenmeli ki dini, dili, ırkı ne olursa olsun bu vahşetin karşısında olması başarılmalı.

  30 Mayıs 2010

BU GÜNÜN ÇÖZÜMÜ YARININ SORUNU.

            Ülkemizde sorunlar günlük çözümler ile yapılınca gün bitince sorunu çözdüğümüz kendisi sorun olduğunun farkında mısınız? Geçtiğimiz günlerde et fiyatları yukarı alıp başını fırlayınca yine geleneğimize baş vuruldu. Günlük çözüm üretildi et ithalatı yoluna gidildi.

           Birkaç sene öncesi gübre fiyatları o kadar yukarı fırladı ki hububat üreticisi gübreye mazota verdiği paranın hırsını birkaç sene boyunca hayvan üreticisinden çıkardı. O yılarda yaşanan bir miktar kuraklığı da fırsat bilen aracılar hayvan üreticisinin sırtından iyi rant sağladı. Yem fiyatları yüksek olunca hayvan üreticisi hayvanına yem alabilmek için, ucuz fiyattan çok sayıda hayvanını feda etmek zorunda kaldı. Devlet ise kuraklıktan zarar gören hububat üreticisini destekler iken zararını tazmin ederken bu zincirden zarar gören hayvan üreticisini tamamı ile unutmuştu. Geçtiğimiz yıl hububat üretiminde hava şartlarının iyi gitmesi sebebi ile bir bolluk yaşandı. Buda hayvan yeminin arzının fazlalaşmasına lakin hayvan üreticisi azaldığı için talebin azalmasına devamında yem fiyatlarının biraz daha düşmesi hayvan üreticisinin elini iyice kuvvetlendirdi. Piyasaya sürülecek hayvanı olmadığı için piyasa hayvan kıtlığına girdi. Fiyatlar iyice yukarı fırladıkça elinde damızlık hayvanından biraz daha feda etti bu fiyatı bir daha yakalayamayacağı iç güdüsü ile davrandı. Hükümet ise bu noktada tek yaptığı şey ithalata yöneldi. Yani yine günlük çözüm yolu seçildi.

           Bu şekli ile gidecek olursa hayvan üreticisi ithalat silahı ile bir kez daha vurulursa gelecek yılların daha fazla et sorununa gebe olduğunu söylemeden edemeyeceğiz. Çok zor ve meşakkatli bir iş olan hayvan üreticiliği sürekli zorluklar ile karşı karşıya kalırsa hayvancılığı bırakmakta tereddüt etmeyecektir. Buda bize ileriki yıllarda hayvan üreticiliğini bırakan işsiz ve yukarı fırlayıp duran et fiyatları olarak geri dönecektir.

3 Mayıs 2010

BURUN KIRMA MODASI!

           Bu aralar bakıyorum da halkımız arasında burun kırmaya bir merak sardı. Neden acaba? Hangi görüş olursa olsun ona karşı yapılan şiddeti tasvip etmiyoruz. Geçtiğimiz günlerde iki tane burun kurma vakası yaşandı ki elbette insanı düşündüren bir durum. Bir insanı kendi yöntemleri ile cezalandırmaya iten durum nedir diye düşündüğümüz zaman, aklımıza hukukun işlemediği gelmez mi? Yani devlet eli ile bir uzlaştırma yapılmaz ise taraflardan zarar gören kendi hukukunu kendi yöntemleri ile ortaya koyar. Buda her zaman kötü bir sonuç doğurur.

           Halkı yönetmek onların huzurunu sağlamak için başa gelenler ne yazık ki halkı ayrıştırmakta onlar arasında uçurumlara sebep verecek eylemlerde bulunmaktan geri kalmıyorlar. Halkın gündeminde işsizlik açlık varken, halkı yönetenlerin gündeminde devletin bir yerlerini kendilerine göre şekillendirmenin ötesinde hiçbir sıkıntının olmadığı görülmekte. Mecliste uzlaşma geleneğinin yok olması ben yaparım olurculuk halkı çileden çıkarmanın da ötesine geçmeye başladı.

            Ben yaparım olurculuğun yarattığı etki artık seçilmişlere yapılan tepkiye dönmüş olduğu gün gibi ortada. Yani artık ektiklerini biçmeye başladılar. Bunun gibi kötü hasatlardan bilinsin ki hep vatandaş zararlı çıkıyor. Kötü hasat’ı birinin üzerine yıkma geleneği  vardır. Acaba bu kötü hasat’ın günah keçisi kim olacak.

22 Nisan 2010

MİLLÎ EĞİTİM NE İŞE YARAR?

              Bu akşam haberlere bakarken kimin suçlu olduğunu bilemediğim bir haber vardı ki gerçekten yüreğim sızladı. Ülkede ekonomik krizin olmadığını iddia eden hükümet yetkilileri. Oğlunun dershane parasını ödeyemeyip hapse giren bir Anne Annesinin durumuna üzülüp hayatına son veren bir genç. Hadi gelin çıkın bakalım bu kısır döngünün içinden. Kim suçlu?

             Yıllardır bu dershaneleşmenin yanlış bir şey olduğunu savundum durdum. Kimisi beni neden böyle düşünüyorsun diye eleştirdi. Bir ülkenin eğitimini ticaret unsuru yaparsan ileriki zamanlarda kangren’a dönüşecek bir yara olacağı belli değimli? Eğitim o kadar hassas konu ki üzerinde bin düşünülüp bir yapılması gereken bir konu. Bizim şu andaki dershaneleşme sistemine göre en zengin çocuk en zeki çocuk doğrumu? Gidin Torsların , Nemrutun , Kaçkarın dağ köylerinde ne zeki çocuklar var biliyor musunuz? Bu dershanelerin talep ettiği paraları bulamadığı için okuyamamış. Ha diyeceksiniz devlet okulda veriyor dersi oradan öğrensin. Buda neye benziyor biliyor musunuz? Koşu atı ile yük çeken bir atı, aynı at yarışsın işte demek gibi oluyor. Bide bu işin özel okulları var. Adam çocuğunu ilk okulda başlamış özel okula göndermeye. Yani sizin anlayacağınız o Torosların, Nemrutun dağ köylerindeki çocuk senin o öğrencine yetişmesi için biraz insafa gelmeniz gerekmez mi? Yada şehirde bir aile durumu ne olursa olsun bu çark onu illaki dershane dişlilerinin arasına kıstıracak.  

            Belki şu şekilde düşünüle bilir çıta yükseldikçe daha iyi soru çözen insanlar yaratırız. Acaba bize daha iyi test çözen insanlar mı yoksa daha zeki insanlar mı lazım? İkisinin aynı şey olduğunu iddia edemezsiniz sanrım. Birisi kendisine verilen kitabı yer yutar neyse çok iyi test çözer diğeri düşünebilen bir şeyler üretme kapasitesine sahip insanlardır.

            Şimdi soruyorum size baştaki bahsettiğim trajedinin sorumlusu kim? Ülkede ekonomik kriz olmadığını iddia eden yetkililerde mi? Bu dershaneleşmeye ilk sebebiyet verenlerde mi? Bir gün bu dershaneleşmeye son vermeyen Millî eğitim bakanlarında mı? Hadi ben bulamadım sorumlusunu siz bulur musunuz?

5 Nisan 2010

 BAŞKASININ DERDİNİ KENDİ DERDİN BİLMEK

                On Mart öğle sonu idi. Üniversitede derse katıldım dönüyordum. Bulunduğum yerin pazarıydı. Güneş batmak için cebelleşmeye başlamıştı. Gözlerime o kadar şiddetli tesir ediyordu ki karşımı görmekte zorlanıyordum neredeyse. Bir ara bir kadın bir diğer kadının Pazar arabasına ayağımı takıldı yada gözü takıldı. Biraz ileriye geldiği anda tamda benim yanı başımda bir yerlerde başka yere doğru dönerken içten bir of çekti ki  içim burkuldu. Yüzünü güneşinde tesiri ile tam görememiştim ama gördüğüm kadarı ile bir hüzün vardı. Kadından biraz ileri gittiğim anda beni büyük bir düşünce sardı. Bu sefer içim ürperdi sanki bir titremek gelecekmiş gibi bir huzursuzluk oluştu bende. Düşündüm bu kadının derdi neydi acaba? Pazardan bir şeyler alacak parası mı yoktu? Beklide gözüne takılan sepetin içindekiler onu üzmüştü yada ailesinden birileri onu üzmüştü.

                Yine o gün yakın tanıdıklardan birisi çalıştığı yerden maaşını alamadığından dert yandı. Onun gibi bir çok kişinin de alamadığını söyledi. Geçtiğimiz günlerde bir Pazar manzaraları çekimi yapmıştım. Pazarın neredeyse her yerini fotoğraflarken birkaç kişi bana ne için çektiğimi sormuştu. İçlerinden bazıları esnafın kan ağladığından dert yandı. O çektiğim fotoğraflardaki kareleri incelerken doğru dürüst alış veriş yapan insan neredeyse yok denecek kadar az olduğunu gördüm. Alamayan vatandaşa satamayan esnafa herkese üzüldüm. Vatandaşın yüzüne bakıyorum herkesin yüzünde mutluluktan bir nebze olsun bir şey yoktu. İnsanların kimisinin hayata adeta küsercesine mutsuz, bir anda öfkesini bir yerlere boşaltacak kadar öfkeli olduklarını gördüm.

                   Sizin anlayacağınız başkasının derdini düşündüğüm zaman kendi derdimi unutuyorum adeta. Ne olurdu bu ülkeyi yönetenlerinde başkasının derdini düşünecek kadar hassas yürekleri olsaydı. Sosyal devlet olmak insanların ellerine yeşil kart diye bir şeyler tutuşturup çalışmamayı teşvik etmek olmasa gerek. Yeşil kart tutuşturduğun insanlara çalışıp kazanacağı iş vermek olmasın sakın? Birilerine kömür, buzdolabı,çamaşır makinesi dağıtıp diğerlerini çaresiz ve sefil bırakmak olmasa gerek.

15 Mart 2010

DARBEYİ Mİ! HAYALİNİ Mİ SORGULASAK?

              Bir takım askerleri darbe planı yada plan semineri dolayısı ile çektiler emniyete, zannediyorlar ki demokratikleştik. Emniyetin sorgulayabilme yetkisi olmamasına rağmen kaçma olasılığı da olmayan paşalar neden emniyete çekildi?  Tker teker çağrılarak savcılıkta ifadeleri alına bilirdi. Halkın arasında bir demokrasi ötesi bir şeyler mi oluyor sorusuna sebebiyet verilmemmiş olmaz mıydı? Yukarı mercilerde yapılan en ufak çatışmalar halkımızın tabanında depremler yarattığının farkına varmalarını isterdim.

             Gelelim darbelere bu ülkede defalarca darbeler yapıldığını hepiniz bilmektesiniz. Bu darbe soruşturmasını sürdürenler gerçekten samimi iseler bence yapılmış darbelerden başlarlardı. Bu minimalden baktığımız zaman biraz farklı gözüktüğünü iddia edebiliriz. Plan semineri yada darbe planı gerçekleşmemiş gerçekleşmesi de mümkün gözükmeyen bir olgu olarak eskide kalmış. Şimdi biraz farklı açıdan düşünürsek sanal bir darbe planı da denile bilir. Bir adamın rüyasında falanca şahsı öldürdüm diye birisine anlattığını düşünelim yargıya yansıyor ve adama ceza veriyorlar. Öte yandan Bir başka şahısta birisini öldürdüğünü bilmenize rağmen hiçbir soruşturma açmıyorsanız bu yargılamanın ne kadar doğru işlediğini bana izah edebilir misiniz?

              Buradan darbeleri desteklemek gibi bir niyetimin olmadığını açıkça da belirmek isterim. Bu güne kadar yapılan darbelerin bu ülkenin değerlerinden ne kaybettirdiğini gayet iyi bilmekteyim. Hele bazı kesimin yok edildiğini ve işkenceler altında ifadeleri alınan insanları görür gibiyim.

27 Şubat 2010

TARİH TEKERRÜR MÜ EDİYOR NE?

           Tarih tekerrür mü ediyor ne? Şanlı Osmanlı devletinin yıkılma sebebine baktığımız zaman aslında bizler ders almamız gerekir ama hâlâ bir ders alanımız çıkmadı. Bunca zaman okullarda okutulan tarihi bizim siyasetçilerimiz okumamış olsa gerek. Şanlı Osmanlı devletinin düştüğü duruma düşmek üzereyiz.

            Ne zamanki Osmanlı ilime aydınlanmaya önem vermediği ve Şehzadelerini halktan uzak yetiştirmeye başladığı zaman başarı basamaklarından düşmeye başladı mı? Türklerin yaşadığı topraklarda her zaman emelleri olan batılılar ilk fırsatta Osmanlının himayesi altındaki azınlıkların haklarını korumak adına Osmanlının iç işlerine karışmadı mı? O dönemlerde bizim birliğimiz altında yaşayan vatandaşa özgürlük isteyen batılılar daha uzak memleketlerde sömürgeler kurmaktan hiç de geri durmadılar. Bunun sonucunda bizim vatandaşımıza özgürlük diyen batılılar bizim ülkemizi işgal ederlerken hiç de insan haklarını falan gözetmediler. Anlayacağınız batılıların amacı yine insan hakları falan değil yine bir şeyleri bahane ederek binlerce yıllık emellerine ulaşmaya çalışmak.

           Türkiye 1974’de uluslar arası anlaşmalardaki haklarına dayanarak yaptığı barış harekatında Türk ulusunun yüceliği ile şimdilerin İsrail = Filistin sorununa benzer çözümsüz bir konu olacak bir olayı başlamadan bitirmiş oldu. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet Adada bir anlaşma yoluna gitmek için ellerinden geleni yapmasına rağmen Rumlar ve onların destekçileri ayak diretmediler mi? Batılılar şimdilerde yine başladılar Adadan asker çekin peki sonra! AB kendi yasalarına bile aykırı olan sorunlu bir ülke olarak Güney Kıbrısı AB üyesi yapmadılar mı? Batılıların amacı gerçekten bir barış olduğunu sanmıyorum.

            Şimdilerde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin askerin birazda üzerine gitmesini de fırsat bilen batılılar Osmanlılara uyguladığı politikayı yeniden gündeme getirmiş olduğunu fark ediyor musunuz? Ben buradan bizi yönetenlere sesleniyorum! Bu günü kurtaracak kendi yaratığınız sorunu çözmeye çalışarak geçinmeyin. Yarınlara çözüm bekliyorum.

11 Şubat 2010

YOK OLAN TİYATROYA BİRDE CEZA!

               Basını takip ederken gözüme yine bir ceza ilişti. Bir Tiyatro oyununda sigara sahnesi olduğu gerekçesi ile oyuna ceza kesilmiş. Ben kendim sigara içmemde içilen mekanları tasnif de etmem. Ama bu baya bir kantarın topuzunun kaçtığını ortaya koymakta. Kendim tiyatroda oynadığım için bir oyunun sahneye nasıl aktarılması gerektiğini de az buçuk bilmekteyim. Farz edelim bir hapishane sahnesi oradaki çaresizliği aktaracaksın adamın eline gül mü tutuşturacaksın? Yada çocukların kötü alışkanlığa alıştırıldığı bir sahneyi yansıtacaksın! Kötü adamları kötü mekanı yarattın ama çocuğun eline gül veresin ki! gençler çocuklar bakın sizi kötü alışkanlığa böyle götürürleri anlatacaksın değimli?

              Bu sigara yasağını biz, benim köyüm Gediklide bundan nerede ise beş yıl önce başlattık. Kahvemizde sigara içirmezken oynadığımız tiyatroda da sigara sahnesinde sigara kullandık.  Televizyonlara bakıyorum filmlerin üzerinde sigara içilen bölümler mozaikli. Bence bu özentinin önüne geçmek değil paranoya gibi bir şey. Hadi soruyorum size sigara içmek filmde özenti ise filmlerdeki hatta ve hatta dizilerdeki o eli silahlı sahneleri ne yapmalı. Mafya dizileri ne olacak. Bu günlerde bakıyorum da gençler arasında kendini o mafya dizilerindeki karakterler ile  bire bir özdeşmiş gençlere rastlıyorum.

             Tiyatronun çok özel bir mesaj etkisi vardır. Tiyatroda geçen olaylar izleyen seyircide özenti değil mesaj bırakır. Seyredip çıkan seyirci yanlışları ve doğruları bire bir görmüştür. Bir filim ve dizi gibi değildir. Filmin ve dizinin onca şatafatının içinde bazen en can alıcı mesajları bile kaçıra bilirsin ama tiyatroda bu mesaj mermere kazınmış gibidir. Günümüzde zaten yok olmaya yüz tutmuş tiyatronun önüne böyle bide engeller atmayın. Biliyorum ki bir tiyatro oyununun arkasında sponsorlar yoktur. Öyle büyük bütçeler ile hazırlanmış değillerdir. Kostüme dekora verilecek paralar bile zor bulunur. Birde cezalar ile belini bükmeyin.

28 Ocak 2010

DEMOKRASİ KALKAN EDİLDİ.

                 Demokrasi! Bir zamanlar ben kendimce demokrasiyi irdeliyordum aklıma en kötüsü geldi ama cahil kafam ile ben ne bileceğim dedim. Bir yerlerinde bazen arıza çıkardığını sezmiştim. Üniversite okumaya başlayınca ders kitabımın birinde bir söz “demokrasi defolu yönetim” gözüme ilişti baktım ki Aristo söylemiş. Bakıyorum problem demokraside değil, demokrasiyi kalkan edinip ilerleye bildiği kadar ilerleme hayalindeki yöneticilerde problem. Kararlılığımız sayesinde 1999 da terörist başını yakaladık ve hapsettik. O zaman o kadar büyük bir darbe vurduk ki teröristlere perişan oldular. Çünkü o zamanın hükümeti ABD destekli değildi. Türk Milletine güveniyor idi ama ülkemizde ABD ile yan giden hükümetlerin sonunu bildiğimiz gibi onlarında sonu aynı olmuştu.

                 Şimdi iktidarda bulunan partinin ABD’de kurulmasına bakarsak ya da en barizinden sınır ötesi harekâtını düşünün ABD’den izinler alındı danışıldı. Türkiye’de iktidarda duracaksan ABD arkanda desteğin olduğunu görmen gerekir. Hükümet bunun çok iyi farkında ve ABD ne zaman bir öneri getirdiyse hepsine eksiksiz “evet” dediler. AKP iktidar olmak için aldığı desteğin bedelini ödeme zamanı geldiğinde, Millî birlik ve beraberlik ülküsü önünde tabanlarına dinamitler yerleştirmekten çekinmedi. Şu başta da bahsettiğim demokrasi kalkanını kullanabildikleri kadar kullandılar. Açılım saçmalıkları ile milleti dış mihraklarında istediği gibi etnik kutuplaşmaların içine soktu. Bu açılım saçmalığından yüz bulan terörist başı ve yandaşları her fırsatta koskocaman Türkiye Devletine dayatmalara cüret edecek konuma geldiler. Bakıyorum şimdi Türkiye Devletinin milyon dolarlar harcayıp yaptığı İmralı saray hanesinden gazeteciliğe de başlanmış.

                Bu ne iştir devlet olarak Ergenekon isminde hayali terör örgütü lafsı ile Aydınları, Profesörleri, Gazetecileri, Paşaları hapishaneye at. Daha kiminin savunmasını bile alma suçları bile kesin değil vatan haini damgasını vurdular. Bu memleketin evlatlarını katleden birisini paşalar gibi yaşatacaksın, birde senin cezaevinden dışarıda basılmak üzere yazılar çıkaracak buna susacaksın. Soruyorum bu ne biçim yargı tek tarafı keskin bıçak gibi. Türkiye Cumhuriyetinin hapishanelerinde her mahkum artık gazetelerde fikirlerini beyan edeceklerse oralarda ıslah olmayacaklarsa hapishanelerin ne anlamı kaldı.

23 Ocak 2010

BU YİĞİTLERİN HESABINI KİM KİMDEN SORACAK

                Türk Milletinin ata sözleri o kadar anlamlıdır ki! Okuyup okuyup ders alası gelir insanın. Af edersiniz ama Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek diye bir sözümüz var. Şimdi bu sözü alın bu açılım saçmalığının üzerine koyun cuk diye oturur.

               Türkiye’nin PKK terör sorunu var. Bu güne kadar dış güçler tarafından desteklenip beslenen PKK tasfiye edilmesi gerektiği gün gibi açık olunca kürt sorunu adı altında PKK talepleri Türk devletine kabul ettirilme yolları arandı. Bu işin hamisi ise Tayip Erdoğan’dan başkası olamaz idi. Kendi çıkarları için bu ülkenin yiğitlerine söz etmeyi kendine yakıştıran birisi için onları yok saymakta zor olmayacaktı. Her fırsatta dile getirdim ve getirmeye devam edeceğim. 1999 yılı itibari ile kimliğini benliğini yitiren bir hiç olan örgüt Erdoğan sayesinde tekrardan kimlikleşti. Belki dağda üç beş adamı kalmasına rağmen halâ kendisini bu açılım saçmalıkları yüzünden bir şey zannetmeye başladı. İmralıdaki, Türk bayrağının altında zamanında pişmanlık demeçleri verirken şimdilerde zafer kazanmış gibi yol haritaları çizmeye başladı. Açılımdan bahsedenler geçtiğimiz günlerde bir şehit anası bir şey dedi. Barış elçisi diye gelenler neden beyaz bayrak ile gelmediler. Bende soruyorum siz hangi savaşı kazandınız? Sizin üzerinizde neden PKK savaş elbiseleri ve PKK bayrakları vardı?

                  Şimdi Tokat Reşadiye’de yedi şehit verdik. Ben oraları ve arazisini çok iyi bilirim bende bir zamanlar orada askerlik yapar iken Mesudiye, Üçyolda PKK terörü tarafından arabamız tarandı çok sevdiğim komutanım ve çok sevdiğim arkadaşlarımı kaybettim. Yan yana yatardık geceleri nöbet paylaşırdık. Biz o zamanlar Türk milletinin şerefli birer neferi idik arkamızda Türkiye cumhuriyetinin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı var idi. Biz o zaman arkadaşlarımızın hesabını sormuştuk. Şimdi bu yiğitlerin hesabını kim kimden nasıl soracak merak ediyorum. Başbakanın ve Cumhurbaşkanının koruduğu bir terör örgütünden mi soracaksınız hesabını?

                  Hadi açılım yapan Tayip Erdoğan şimdide hesap ver demez mi bu halk sana?

8 Aralık 2009

TERÖRİSTLER BARIŞ ELÇİSİ, ERGENEKON YOK OLUŞ DESTANI OLUYOR.

               Benim aklım o kadar karıştı ki artık bu ülkede o kadar kanun olmasına rağmen kişiye göre mi kanun demeden kendimi alamıyorum. Örgüt kurmanın bilindiği üzere bir cezası var. Bu güne kadar bu ülkeye zarar veren teröristler teslim olmakta ama bakıyorum bu teröristler barış elçisi imiş.

              Türkiye Cumhuriyetinin kesin çözüm amacı ile 1999 da yaptığı açıklamalar doğrultusunda Suriye elindeki terörist başını teslim etmek zorunda bırakıldı. Terörist başının teslim edilmesi ile Türk ordusunun kararlılığı çerçevesinde PKK terörü kendi içinde çözülmelere başladı. Liderlik kavgaları ve herkesin kendince bir strateji seyretme tutkusu örgütü yıprattı. Eskisi kadar dağa çıkacak elemen bulmaz oldu. Türkiye’de sol kesim yıllar önce bitirilince sosyalist deyimler ile gençler bir oyuna getirildi. PKK yandaşı olmayan yada Kürt bile olmayan insanlar arasında solculuk zannedilerek destek verenler çıktı. O gençlerinde neyi desteklemesi gerektiği ve kendi yollarını bulmaları da PKK terörünün zayıflamasına yetmiş idi. Belki bu gençlerin aklını başına getiren en etken unsur bir sol partinin lideri olan Başbakanın döneminde terörist başının yakalanması oldu.

             O dönem itibari ile PKK terörü zayıfladı çelimsizleşti. Taaki ABD’nin Irak’a müdahalesine kadar. ABD Irakta kendi gerisini kollamak amaçlı PKK ve Peşmergeleri sürekli destekledi. ABD’nin bizim müttefikimiz gibi görünmesine rağmen sürekli bize karşı elinde kullanacağı bir koz bulundurmasını bizlerin iyi okuyamaması en başta gelen sorunumuz idi. Irak’ın işgali ile birlikte orada PKK tekrardan canlanması için elinden geleni yapan ABD bizlere ise çabuk bilgi adı altında uyuttu. Bize verilen çabuk bilgiden önce zaten teröristlere daha çabuk bilgi iletilmiş idi. Oraları biz bombaladığımızda sanıyor musunuz ki orada terörist vardı? Bizi oyaladı ve bizi masa başına oturtacak kıvama getireceğine inanıyor idi. Türkiye’de ABD yanlısı bir hükümet var bu tama ama birde bu ülkenin kırmızı çizgilerine sahip çıkan kesim olduğu bilinmekte idi. Uydurma bir Ergenekon davası ile bu ülkenin kırmızı çizgilerine sahip çıkacak olan kesim ise tasfiye edildi. Aslında ne kadar anlamlı bir dava biliyor musunuz? Hepimizde biliriz Ergenekon bu Milletin var oluş destanıdır. Şimdi yok oluş destanı yapılarak bir milleti tarihe gömmeye çalışıyorlar.

19 Ekim 2009

OBAMA KURTARICINIZ MI?

         Bizi kim kurtaracak? Amerika birleşik devletlerinin başına geçen başkan neden bizleri bu kadar sevindirdi ben bir türlü anlamış değilim. Sizlerin bana ezilmiş halktan çıktı ve kimseyi ezmeyecek Amerikanın saldırgan tutumundan vazgeçecek dediğinizi duyar gibiyim. Ama gel gelelim Amerika’da bizlerdeki gibi halkın bağrından çıkarda baş bakan olur Cumhur başkanı olur felsefesi onlarda işlemez. Bu insanlar ayrıcalıklı eğitim almış ne yapması gereken ve ne yapacağı bilinen insanlardır.

         Amerika Buş dönemindeki  başarısızlıklarının ve saldırganlığının izlerini silebilmek için halktan gibi görünen birisine ihtiyacı vardı. Bunun içinde düğmeye basıldı ve obama görüntüde başkan olarak dünyaya takdim edildi. Benim halkımın bunun farkında olmasını isterdim ama bir türlü anlayamadığım benim halkım bunu anlamış gibi görünmüyor. Nerede ise adam gelince babaları gelmiş kadar sevinenlerimi dersin kendisine baklavalar açanımı dersin. Nedense benim halkım kendinden kerametli şeylere çok bayılırlar.

         Obama geldi çaktırmadan bizden Ermenilere tavize yöneltti (Biz iki devlet bir toplumuz ) Diyen Azeri kardeşlerimiz ile aramız resmen açılmış durumda. Bize bu patlak veren şeyler kapalı kapılar arkasında bizden daha neler istendi bileniniz var mı peki? Amerika hangi ülkeye gitse bir şey ister ben bunların bir şey verdiğini hiç görmedim sanırım bunlar Alma ağacının dibinde doğmuşlar.

         Ben canım vatandaşıma sesleniyorum bizlerin sorunu ne biliyor musunuz? Bizler üretip kendi ayağımızın üzerinde durmak yerine birilerinden istemeye birilerine el açmaya alışır olduk. Bu ülke üretsin diye fabrikalar yapıldı kıtlık savaşlardan çıkıldığı dönemlerde. Ne oldu hepsi satıldı şimdi.

14 Nisan 2009

SOSYAL DEVLET İLE SADAKA TOPLUMUNU KARIŞTIRDILAR

               Sosyal devlet deyince hep sol kesim suçlanır idi. Ne imiş öyle herkese eşit hak mı olurmuş diye. Ama gerçekten sosyal devlet olunsa idi herkesin belli ölçülerde sağlık, okul vb gibi bir sürü şeyden herkesin eşit şekilde yararlanması idi. Yani yoksul ile zengin arasında uçurum olması söz konusu bile edilemez idi. Ne diyor bizim peygamber efendimiz “komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir.” Bu söz ile sosyal devlet anlayışı ne kadarda güzel çakışıyor değimli?

              Şimdilerde seçim zamanlarında kömür, beyaz eşya,  yiyecek içecek dağıtmayı sosyal devlet olma ile karıştıran sevgili iktidarımız demiyorlar ki sizleri en sonunda sadaka toplumu yaptık. İstediğimize de sadaka veririz. Bizden olmayanlar ise sürünsün bir gün olurda kapımıza boyun bükerler ise belki iki kırıntıda onlara atarız.

              Sevgili vatandaşım aslında size haberimiz olmadan neleri yutturduklarını anlatacağım bir olay var.

              Tarım sigortada olan bir değişiklik aslında vatandaşın anasını ağlatır iken buna kim ve nereye tepki gösterecek bilende yok. Bundan önceki yıllarda bir tarım sigortalı 4 ayda bir parasını yatırır ise sağlıktan yararlanır idi. Eğer yatıramaz ise yıl sonunda gider pirim ini yatırır ileride bir emekliliğim olur acil hastalanır isem diye kendini güvence altına almaya çalışırlar idi.

              Şimdi ise siz çiftçi vatandaşın seçip gönderdiği velileriniz bir kanun çıkarmış primler her ay ödenecek. Tarım sigortalı demek çiftçi sigortalı demek yani yılda bir sefer eline para geçer. Benim çiftçi vatandaşım bu parayı ödeyemez ise cezai işlem yapılıyor. Soruyorum sizin bu üreten emek veren çiftçi vatandaşa bir gareziniz mi var?

              Birde vatandaş pirim ini  yatıracak illaki İlde bulunan SSG kurumuna eline sarı bir deftercik alıp gitmek zorunluluğu var oda bu kadar bilişim çağında adeta bir ayıp desek yerinde. Bu pirimler pek alada ilçelerde bulunan yaygın bir banka ile anlaşılarak (ZİRAAT) primlerin yatması sağlana bilir.  150 km yoldan her ay vatandaş İlin yolunu mu tutsun? Ayrıca bu o kurumda çalışan memurların koca bir İlin yükünü çekmek demektir.   

              Beyler bu böyle gitmez bunun çözümü olmalı ben primimi yatıracağım diyen vatandaşa zorluk çıkarılmasını manasını hala anlamış değilim. Bu ülkede prim ödemeden aylık alıp sağlık hizmetinden yararlanan milyonlarca insan var. Siz vatandaşı hangisine teşvik ettiğinizin farkında mısınız.

15 Şubat 2009

 

SOSYALİSTLER KALDI MIKİ

           Sosyal devlet anlayışını benimseyen aydın kesim yeni yeni meyvelerini vermeye başlamıştı. Mustafa Kemal Atatürk döneminin çocukları genç Cumhuriyetin nimetlerinden faydalanarak aydın insan olma yönünde eğitim almışlardı. Ağaların paşaların yönettiği ülke düzeni değil eşitliğin sosyal devlet düzeninin uygulanması gerektiğini her fırsatta dile getirmeye başlamışlardı. O dönemlerde ülkede bulunan belirli kesimin toprağı arazisi var diğerleri onlara ırgatlık ederdi. Devlete ait arazileri biraz akıllı geçinen işgüzarlar bir şekilde çevirmiş kendi üzerine tapulatmış idi. Bunu yanlış bulan aydın kesim toprak reformunun yapılması gerektiğini öne sürüyorlardı. Toprak reformundan bahseden aydınlara artık Komünist damgası vurulmuştu.  

          Bu dönemlerde Rusyada hüküm sürmekte olan Kominizim Türkiye yede sıçrayacağı korkusu ile zamanın devlet adamları sosyalistleri artık damgalamaya başlamışlardı. Artık halkın gözünde Sosyalist dediğin zaman Komünist anlamı ve Kominizim = Dinsizlik kavramı tamamı ile halka kabul ettirilmişti. Cumhuriyet kurulmuştu ama hala Cumhuriyet ile sorunları olanlar vardı. Onu benimseyememişlerdi. Yıkıp yeni düzen kurmak istiyorlardı. Başaramayacaklarını anlayınca önce Cumhuriyeti kuran Türkiye Cumhuriyetinin ilk partisini Merkez partisini Halkın partisini  dar bir kesimin partisi yapmak gerekli idi. Tabi bunu da başardılar Halkın partisi oldu sol parti. Kendisini merkez sağ olarak adlandıranlar ise sürekli bu günkü rejim karşıtlarının değirmenine su taşıdılar. Rejim karşıtları ise genç Cumhuriyetin yetiştirdiği aydınların devletin üst kademelerinden gitmelerini bekliyorlardı.

           Gerçekten Sosyalist düzeni savunan aydın kesim onlarımı ne oldu? Halkın bağımsızlığını özgürlüğünü ve işçilerin haklarını köylünün haklarını savunanlar ise anarşist ilan edildi. Kimi idam edildi kimi kendine bile hayrı kalmayacak şekle getirildi. Bu çarkın dişillerinden kurtulanlar ise faili meçhul cinayetler ile yok edildiler.

          Şimdi halka Halkın Merkez Partisini nerede ise aşırı sol bir parti olarak yutturdular ki! Kendilerinin ne kadar aşır sağa yanaştığını kimse anlamadı. Yani anlayacağınız bu gün Türkiye Cumhuriyetinde sosyalist ve solcu kalmadı. Kendini solcu sanan bir sol partinin üyesiyim diyenler ise Merkez partisinin üyeleri olduklarını da unutmasınlar.

BARINMAK VE YAŞAMAKTA YASAK!

       Beyşehir Gölü ve çevresi sit alanı ilan etmişler. Bölgenin tek geçim kaynağı olan hayvancılığı, Ekili alanlarına gübre, ilaç atmayı yasakladılar. Bununla da yetinmeyip şimdide barınma hakkını ellerinden aldı. Kardeşim sen burada ev yapamazsın! Benim bildiğim kadarı ile devlet vatandaşlarının haklarını yasalar ile kendilerine teslim eder. İki yıl Hukuk dersi aldım bunu bize böyle okuttular ama uygulamada böyle bu bir çelişki değimli?

       Şimdi bir yerleri koruma altına alırsın ama ileriye dönük çıkacak sorunları da önceden çözersin. Sizin sit alanı ilan edip gittiğiniz yerin içinde insanlar yaşıyorsa elbette karınlarını doyurmak için faaliyetlerde bulunacaklar. Yâda siz burada yaşayan insanların geçimini sağlayacak bir iş alanı gösterirsiniz. Buradan yetkililere sesleniyorum buradaki insanlarsa aynen sizler gibi evlenip çocuk sahibi oluyorlar yani çoğalıyorlar.

       Benim vatandaşım ev yapacak yasak. Evlendirdiği oğluna ev yapacak yada yıllarca bu devlete çalışmış elin gurbetlerinde kalmış artık köyüne bir ev yapıp eş dost ile ömrünün kalanını tamamlayacak yasak. Beyler Ankara’dan karar almışlar burada yaşayan insanlar tabi onların umurlarında mı? Tabi bu vatandaş sizlere bir seçimden bir seçime lazım oluyor. Ayrıcada ekonomiyi ayakta tutmak için beş kuruşa üretir iki kuruşa satar zararı ziyanı sinesine çeker sizlerin beceriksizliklerini kapatmaya yarar.

      Bizleri yönetmeye çalışanlara sesleniyorum. Siz bu vatandaşa orada ev yapamazsın iş kuramazsın hatta bu açıkça, bu vatan üzerinde yaşayamazsın demek olur siz bu yetkiyi kimden alıyorsunuz. Bu milletin elinden bu vatan üzerinde yaşama hakkını almaya çalışanlar Çanakkale boğazına, Akdeniz’e döküldüler hatırlatmakta yarar var. Benim Annemin Dedesi bu vatan üzerinde torunlarım özgürce yaşasın diye gecenin karanlığında su diye akan kanı içmiş.

      Yetkililere sesleniyorum işgalcilerin yapamadığı zulmü bu halka siz yapmaya başladınız bırakın bu yanlışları. Devletin görevi vatandaşına zulüm yapmak değil vatandaşının refahını sağlamaktır.

TÜRBANI NERE KADAR SAVUNURSUN?

            Geçtiğimiz Pazar günü Şarkikaraağaç’ta; Şarkikaraağaç esnafından AKP taraftarı olduğunu bildiğim bir esnaf ile türban üzerine tartışmaya başladık. Geçtiğimiz günlerde bu türban tartışmaları alevlendiği sırada bir televizyon programcımız yine her zamanki olduğu gibi gecenin ilerleyen saatlerinde iki konuğu ile türban konusuna açıklık getirmek üzere bir program yaptı. Bende zevkle gece yarılarına kadar bu programı izledim. Konukları bir tanesi eskiden diyanet işleri başkanlığı yapmış bir siyasetçi diğeri ise şimdi hala görevinde bulunan din işlerinden en yetkili birisi idi şimdi tam ismini hatırlayamayacağım.

            (Başınızı örtün ) Bunun ne anlama geldiğini anlatınca benim içim sızladı. Bizlere imamların yada bu din üzerinden nemalananların anlattığı gibi değil başka bir sadelik dinimi sevdirecek bir masumluk vardı. Peygamber Efendimiz S.A.V. zamanında kadınlar ihtiyaç gidermek için boşluğa alana gidiyorlar bunu fırsat bilen  Arap erkekleri kadıları röntgenlerler imiş. Rahatsız olan kadınlar  Peygamber Efendimiz S.A.V. şikayette bulunurlar. Bunun üzerine Efendimiz S.A.V. erkeklere neden böyle yaptıklarını sorunca biz onları cariye sandık diye cevap vermişler. Bunun üzerine ahkam ayeti olmayan bir ayet iner kadınlarınızın başına cariyelerden ayırt edilmesi için bir örtü atın bu bizim Anadolu kadınının kullandığı yazmada olabilir şapkada…

            Nihayet Ayetin iniş aşamasından yani vuku bulan olaya bakılırsa bizlere saçının bir teli gözükürse yanarsın, saçın yılan olur boynuna dolanır gibi saçma sapan sözcükler ile insanları korkutup insanların korku terminolojisi üzerinden pirim yapmalarına karşıyım. Burada amaç şerefli kadınlarımız şerefsiz bir tema gibi gösterip sarıp sarmalayıp evden çıkmayarak toplum dışına itmektir.

            Ola ki kadınların hiçbir yeri gözükmeyecek şekilde örtünmesini isteyen Allah c.c.ise  kadınları yer yüzüne gönderir iken neden çırıl çıplak gönderdi? Bizleri ve evreni mükemmel bir şekilde yaratırken kadınların üzerine bir zırh geçirmesini bilemezmiydi? Bırakın efendiler bu gibi safsatalar ile bizleri dinimizden soğutmayın.

            Ben bu kızlarımızın Orta okul, Lise çağında kimler tarafından başlarının sarılıp sarmalandığını gayet iyi biliyorum. Ya sizler ! ???

            Ben bu bilgilerden haberdar o esnafımız ile tartışır iken illaki baş örtüsü dinin şartı diye iddia ediyordu. Bu arada iki Şahıs alış verişe geldi. Esnaf bu konuyu hoca efendilere sor diye beni onlara yönlendirdi. Bir miktar konuştuktan sonra ben hoca efendiye şöyle bir soru yönelttim. Benim eşim olsa başı açık dinden çıkarsınız diyebilirmisiniz? Hoca efendi anında onu diyemem diye bütün yelkenleri suya bıraktı.

            Soruyorum size dinin şartı olup ta yok bu dinde yok dersen dinden çıkarsın; imansız gidersin, Oruç, Namaz… Türban dinde yok diyene dinden çıkarsın diyebilen varmı? Ben dinden çıktığımı kabul edip dinin şartlarından uzaklaşırsam benim günahımı da yüklenebilecek birisi varsa çıksın. Birde ben dinde olmayan bir şey için dinden çıktım kabul edilirsem.

TELEKOM ÖZELLEŞTİ NE OLDU?

     Kậr eden bir kurum neden özelleşir?  Bu soruyu sorduğumuz zaman tabi bazı insanlar kendince haklı yönlerini ortaya koymak sureti ile bu özelleştirmeyi savuna bilir. Ama sayın okuyucularım kậr etmeyen bir kurum satılmasında yada özelleştirilmesinde bir sakınca bulmuyoruz. Bizim Telekom gibi değerli bir kurumun satılmasını hem maddi yönleri hem konumu itibarı ile zarar etse bile Devletin elinde kalmasının zorunlu idi.

     Sebep derseniz size bunları sırası ile şöyle açıklayalım. Bir ülkenin haberleşme ağı kesinlikle ve kesinlikle başkalarının elinde bulunması! Sizin istihbaratınızı yabancılara kendi elleriniz ile teslim etmenizdir. Biz bu gün diğer gelişmiş ülkelere baktığımız zaman kendilerinin bir istihbarat servisinin olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bizim ülkemizin bir ili kadar büyüklükte bulunan İsraillin inanılmaz bir istihbarat servisi olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Peki biz ne yapıyoruz biz elimizde bulunan haberleşme ağını dev gibi bir ağı yabancılara peşkeş çekiyoruz. Soruyorum vatandaşım sana ne değişti. Benim için cebime başka bir el girdiğini fark ettim. Daha önce cebimden (X)Lira çıkıyorsa oda bana hizmet olarak dönüyordu. Konuşma süresi, giden para devletimden bana yine hizmet olarak geri geliyordu belki yol, belki köprü. En azında cebimde T.C. eli vardı.

    Artık  birazda Telekomun şimdi vatandaşa ne yaptığına bakalım. İçinizde biraz iktisat bilenler bilir ve bizim Telekom da bir tekelci kurumdu. Ama o zamanlar devletin elinde idi fiyatlama politikası ile vatandaşın canını yakacak bir faaliyet yürütmüyordu. Nemi değişti? Şimdi tekelci bir şirket oldu. Tekel piyasasında devletin denetimi kesinlikle gereklidir. Telokom şuan ki pozisyonu ise serbest piyasada hareket eder gibi görünüp gizli bir tekel durumu mevcut. Elbette o büyüklükte bir şirketin karşısında başka bir şirket yok ise vatandaşın seçim alternatifi yok.

     Benim vatandaşlar arasında  söyleşi yaptığım insanlar telefonlarını kapatmayı düşündüklerini eve de bir cep telefonu koymak gerektiği yönünde. Peki Telekom ne diyor bu duruma dersiz? Onlar ilede bir söyleşim oldu Şarkikaraağaç’ta bir bayiye vatandaşın aşırı fatura gelmesinden dolayı telefonlarını kapattırma karı aldıklarını cep telefonunun daha ucuz olduğunu kendileri ile paylaştım. Aldığım cevap kapatsınlar GÖRÜRÜZ ONLARIN HALLERİNİ. En azından insan yetkililere bir iletelim der. VATANDAŞIM ÖZELLEŞİNCE NE OLUYORMUŞ GÖRDÜNÜZMÜ?

DEVLET VE HÜKÜMET

    Hükümet ve Devlet ilk görünüşte aynı gibi görülse de tamamı ile bir birinde ayrı birer yapı olduğu unutulmamalıdır. Birisi bir bütünü yani o ülkede yaşayan insanları ve o ülkenin değerlerini içerirken diğeri seçimler ile belli dönemlerde başa gelen iktidarları tanımlamaktadır. Devlet hiç bir şekilde vatandaşlarının bir kısmına ayrıcalık bir kısmına ikinci sınıf gibi davranmaz. Ülke toprakları üzerinde yaşayan her şahıs aynı derecede haklara sahiptir.

     Eğer bir Ülkede polis Devletin polisi olmak yerine İktidarın polisi olursa, Devlete ait basın yayın kuruluşları iktidarın basın yayın kuruluşu gibi davranır olaylara yanlı bakar ise, Devletin kurum ve kuruluşları iktidarın lehine çalışırsa İktidarın eksik ve hataları vatandaşa çarpık ve yanlı bir şekilde gösterilecektir. Buda hiç bir şeyden haberi olmayan vatandaşımızı yanıltacağı kuşkusuzdur. Vatandaş ülkenin durumundaki gidişat konusundan bir malumatı olmadığı kesindir, ayrıca vatandaşımızın okuma alışkanlığı olmadı için Ülkede olup bitenden bir haber olduğu kesindir. Birde ulusal medyamızda yayınlanan tartışma programlarının gecenin (1-2) si gibi vatandaşın uyuduğu saatlerde yayınlandığını düşünürsek Ülkenin tamamını satsan vatandaş iyi olmuş diyeceği kesin gözüküyor.

     Cumhuriyet ve demokrasi ile yönetilen bir Ülke olmamıza rağmen hala demokrasiyi benimseyemeyen guruplar kendi görüşleri dışındaki insanları bir kaşık suda boğma çabası içindedir. Diğer gelişmiş ülkelere bakıldığı zaman bizdeki gibi sürekli rejim tartışmaları ve siz biz sorunu yaratıp yoktan yaratılan sorunları çözmek için çaba harcamıyorlar. Gerçekten sorun olan işsizlik, teknoloji, uzay bilimi gibi vatandaşının refah düzeyini yükseltmeye uğraşır iken bizimkiler hala rejim sorununu tartışmakta. Yada asli görevi olan vatandaşa hizmet götürmek olan İktidar bana oy hesabını sorabildi.

     Yıl 2005 yer İktidar partisi AKP nin Şarkikaraağaç ilçe binası kendilerinden Köyümüzün örnek köy kapsamına da alınması sebebi ile biraz daha parke taşı istemeye gittiğimizde aldığımız cevap şu idi! köyünüzden bize KAÇ OY ÇIKTI. Biz bu ülkenin vatandaşı isek benden iktidar partisine oy çıksa da çıkmasa da bana hizmet verilmek zorunda.

SİZ BÖYLE Mİ GELİŞECEKSİNİZ?

    Kalkınmak deyince aklımıza ilk gelen düşünen yada düşündüren toplum olmak gelmeli aklımıza. Onu nasıl yapacağımıza gelince bunun en önemli yollarından bir tanesi tiyatrodur. Tiyatro bir salonda insanları toplayıp onlara şaklabanlık, yalakalık yada onların istediği şeyleri onlara gösterme değildir. Tiyatro bir amaç dır. Sizi hem eğlendirir hem düşündürür. Salondan çıktığınız zaman sizde kendinizi sorgulayıp ters giden bir şeylere ben nereden başlayarak bu yanlışlıklara tepkimi korumu sizi düşündürür. Sizi kötü insanın hayatına özendirmez onun yaşantısına heves ettirmez.

    İçinizden bizi kötü insanın hayatına özendiren mi var dediğinizi duyar gibiyim. Evet var. Bu gün TRT haricinde  tv kanallarında kötülerin reklamı yapılmakta dışarıda ki insanlara gençlere bakıyorum Dizilerde oynayan kötü karakterlerin hayranı olmuşlar. Kedilerini onların yerine koymuş onlar ile adeta bir bütün olmuşlar. Ülkenin sorunu olan bir konuyu soruyorum ilerde bu ülkeyi yönetmesi gereken gencimizin o sorundan ne haberi var nede o konu hakkında bir çözüm planı. Nasıl olacakta bu gençlere çalışmayı sevdireceksiniz? Nasıl olacakta bu gençlere düşünmeyi, üretmeyi yada yanlışı görmeyi öğreteceksiniz?

     Bunu da nasıl mı yapacağız başta eğitim gelir amma bizim çocuklarımıza bu eğitimi veren bazı Öğretmenlerimiz bu eğitimi almadılar ise bizim çocuklarımıza da vermesi mümkün olmayan bir durum ortaya çıkıyor. Bir köy  gençliği Gedikli Köyü gençliği 2007 yılına bir tiyatro hazırlıyor. Sayın Kaymakamın daveti üzerine  Şarkikaraağaç'a Atatürk İlköğretim okulunda o gençler bütün özverileri ile oyunlarını sahnelerken ama ne yazık ki üzülerek söylüyorum sizlerin çocuklarına eğitim verdiklerini iddia eden Değerli Öğretmenler yoktu. Üstüne üslük birde elektrikleri kasıtlı kesilerek sansür uygulandı. O okulun değerli öğretmenlerine soruyorum siz okulunuzda tiyatro dersini işlerken öğrencilerinize hani bizim okulumuza ücretsiz bir tiyatro geldi ya şu Gedikli Köyü gençliğinin oynadığı bizde gitmedik odur tiyatromu diyorsunuz. Bana anlatır mısınız bundan sonra derste tiyatroyu nasıl anlatacaksınız?

        O gençler Şarkikaraağaç'ta oyunlarını sergilemeye giderken çok fazla bir şeyde ummamışlardı. Gençler tam bir organize eksikliği ile "ummadıklarını" bulmadılar. Birde laf gelişmişliğe geldi mi Gedikli yapar bilmem ne diye Gediklileri kıskanırlar.  Gedikliye bu güne kadar Devletin eli hiç uzanmamıştır. Yada Gediklilerin çok zenginliği değildir. Bu bir kültürdür gurur duyulacak. Gelişmiş aydın düşünmenin yolu böyle organizasyonlardan geçer. O da senin yapamadığını Gediklinin başarmasına sebep olur.

NEREDE NE KAVGASI YAPALIM

Biz neyi nerede yapacağımızı bilmediğimiz gibi televizyon ekranlarının da ne işe yaradığını öğrenemedik. Bu ekranlardan bu ülkenin sorunlarını tartışalım, Bu ülke için ne yapsak ne olabiliri tartışalım. Gençlere iş dünyasının inceliklerinden bahsedelim. Nasıl bir iş kolunda ne şekilde başarılı olabileceğimizi onlara aktarım. Onları çalışmaya ;Üretmeye özendirelim .Tüketmeye değil.Ama bu ekranlardan sanki bir Cumhuriyet Mahkemeleri gibi insanların sorunlarını yargılamayalım. Sütütyolara alınan seyirciler her biri kendisini yargıçların yerine koyularak bilmedikleri olaylar hakkında ahkam kesip insanları yargılıyorlar. İnsanların yalan söyleyip söylemediğini bilmemiz mümkün değildir. Bunu sadece özel eğitimini alan hakim ve savcılarımızın yapması mümkündür. Zaten doğrusuda bu olmalıdır. İnsanlar bir sorun yaşadılar ise bunun çözüm noktası Televizyon ekranları değil mahkemelerdir.

            Madem mahkemeler tam olarak çözüm üretemiyor ise Mahkeme salonlarında özel eğitim görmüş pskoloklar bulunduralım insanların problemlerini tam olarak çözüp gönderelim. Daha sonradan insanlar Televizyon ekranlarından bir birlerine ağır hakaretler’ de içeren sözler ile Televizyon başındaki insanların gözleri önünde kavgalar ettirilmesin. Bununla program sunucuları biz bunları çözdük. Hayır efendim siz bir şeyler falan çözdüğünüz yok. Kendinizce dertli gördüğünüz insanları programlarınız aracılığı ile kavga ettirip programlarınız izlenme oranını artırarak kendi işinizi garantileme çabası içindesiniz. Ha problem çözdüğünüzü iddia ediyorsunuz sizin bu problemi olduğunu savunduğunuz insanların sorunlarından daha fazla sorun yaşayan insan Anadolu’da bulunmakta ama Anadolu insanı çıkıp ta insanların gözü önünde kavga etmez.

            Buradan soruyorum Aileden sorumlu bir tane Devlet bakanımız bulunmakta Allah aşkına siz ne işle uğraşıyorsunuz. Ben bu güne kadar Aileden sorumlu devlet bakanı şunu yaptı diye bir şey duymadım. Bu Televizyon programcıları insanların problemini çözme bahanesi ile insanları kavga ettirir iken siz neredesiniz? İnsanların çözülecek problemleri var ise insanları tüm Türkiye’ye teşhir ederek değil ; İllerde İlçelerde kurulacak bir uzlaştırma kurulu tarafından bu iş daha kolaylıkla halledile bilir. Sizleri bu konuda iş başına davet ediyorum . Artık ekranlardan insanların kavgalarını dinlemek istemiyorum.

Tüm Türkiye önünde insanların haysiyetlerini hiçe sayarak çözüm bahanesi ile kavga arenaları kuranlar size sesleniyorum. Anadolu’da bu insanların o kadar sorunları vaki birilerinin buna parmak basması gerekmekte. Eğer gerçekten güzel bir şeyler yapmak istiyorsanız bu sorunları ekranlara getirin. İnsanların Aile kavgaları bırakın özel yaşam denilen evlerinde olsun. Bu ülkenin ekonomisi düzelirse zaten o kavgalarda kendiliğinden yok olacak.

                                                                   ANA SAYFA

© Copyright 2006-20..  
Telif Hakları Yurtta sonhavadis Internet Gazetesinin sahibi Mehmet GARİP'e aittir. KÂR AMACI GÜTMEYEN HABER SİTESİ. Bizden izinsiz başka yerde yayını yasaktır.